BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

26 Şubat 2009 Perşembe

KURU BİR YAPRAK


Yaşamın ilk ve son perdesinde ben
Tek seyircim var, o da sen
Gözlerinde kayboldu tüm replikler
Sadece sende gördüklerimi oynayacağım ben


Her günü kafiyesiz yaşamaktan
Sensiz satırlara virane yazılmaktan
Hatta ve hatta suskunluk şarkısını
Çığlıklarla semaya haykırmaktan


Kaçışlarımda sana yakalanacakken
Yollarımı kestim bilerek sensizken
Bir çınar ağacı ol bahçemde
Uykuya dalayım sana yaslanmışken


Küçük bir çocuktum gölgende
Körebe oynadım sensizliğinde
Kuru bir yaprak düşene dek
Yeşildim ben seni her gördüğümde


Elinden usulca süzüldüm
Sadece tek bir bakıştı gördüğüm
Söylenmemiş bir yemin dilimde
Düğüm düğüm seni ördüğüm

Mavisihir

ÖZGÜRÜM BEN





Öylesine bir hüzün doldu içime, demeyi ne kadar isterdim oysa. Senin gidişine ve senin yerine gelenlere dayanamıyorum artık. Hayat nasıl bir yük bindirdi sırtıma bir bilsen. Dün gece isyan çığlıklarını attım ilk defa. Suskunluklarımdan yoruldum ben çoktan. Sen gittin ve ben, koca bir boşluk içimde. Yüreğimin hangi odası olduğunu bile karıştırıyorum artık, kanayan yerimi bulamıyorum. Çok doluyum sana aslında, nasıl özledim bir bilsen. Senden bahsederken elimden kaçıp giden gülümsemen geliyor dilime ve gözlerime. Hep anlatıyorum seni, hasret büyüyor anlattıkça. Sen benden ıradıkça daha bir yanıyor içim, özlüyorum…



Yanımda olmalarını özledim, içimde beni ışıl ışıl hissettirişini özledim. Servetim olduğunu şimdi anlamak, sana karşı ilk hatam değil belki ama son olacak. Hep kaybedince anlar ya insan? Nankörlüğümü ne yüzle anlatırım sana bilmem. Sınavların içinde geçen şu günlerde haykırışlarım var, umutsuzluklarım var. Özlemlerimin bitmeyişini, büyüdükçe gökyüzünü sardığını görüyorum. Elim kolum bağlı hissediyorum bazen. Kendime sorduğum soru şu;

_ Neden ben?


Dün gece uykuya dalana kadar sorum ben bu soruyu defalarca. Bir ben değilim aslında bunu soran, biliyorum. Cevabı da biliyorum. İsyanlarım, suçlamalarım, kızgınlıklarım hep kendime. Anlaşılmadığım gördükçe artan hiddetimi engellemek, artık bunu yapmak istemiyorum. Ne için, kim için yaşadım ben bu hayatı? Bir bakın geriye, ben baktım. Benden geriye kalacak olan ne hayal kırıklıkları ve isyanlar. Hep başkaları için yaşanmış bir yaşamın bana kalan kırıntıları, ve sağ göğsümdeki sızı. Yürek solda diye, sağ yanım sızlamaz sanmayın sakın. Öyle bir sızlar ki, içinizden sizi söküp alır gibi.



Geçip gidenler bize dönüp bakacak diye biliriz ya, yanlış. Yaşamın yüzü bir kere ters çevrilince size, çok zor…Zor günlerin başladığı anlar, yaşamın tamamen değişmesi, birilerinin sizi çekip bir yerlere götürmesi. Pek çok şey olur biter etrafınızda. Siz hem olanların tam ortasında durursunuz ama bir o kadar da yabancısınız her şeye. Ağlamak istersiniz bağıra bağıra hem de. Kim ya da ne tutar sizi bilmezsiniz. Yaşam savaşına düşmüş bir yürek ve yine başkaları duymasın diye tutarsınız kendinizi. Ben bu gün kendimi azad ettim. Varsın duysunlar çığlıklarımı, varsın ağlasınlar benimle. Ben de insanım, ağlamak istedim ben bu gün ve ağladım hem de çığlık çığlığa...



Özgürüm ben artık……


Mavisihir

24 Şubat 2009 Salı

İSİMSİZ

Gönül gözüm ve dilim olmuş satırlarım,
Akıtmışım gözyaşımın mürekkebini kelimelere
Şarkılarımla dansetmiş mısralarım
Ve sen, sen her şiirde şarkıda karşımdasın...
Bazen bende, bazen de hiçlikte
Bazen içeride bazen dışarı da
Bazen ben onda kaybolurum
Bazen o bende heryerimi kaplar
Şiir olurum tümden
Naftalin kokarım sandıklar gibi
Eski bilindik bir tat
Bir kadeh şarap...
Yudumladıkça büyürüm sınırsız
Sen bir ayna olursun geçmişin ayaklarında
Ben sereserpe önünde serilmiş bir hayal...
Bir senden bir benden eser rüzgarlar
Hep aynı imbatlar okşar saçlarımı
Deniz önümde yalpalanır dalga dalga
Ben aynada seni seyrederim an gelir
Bir senden bir benden anlatırız karşılıklı
Sohbetin tadı deniz, deniz sen ve ben....

Gidiyorsun




Sen gidiyorsun ardına bakmadan
Geride mutluluklarını bırakarak
Yanlışı, doğruyu sorgulamadan
Boş bir resme hayran olarak


Çerçevenin dışındayız sen ve ben
Büyük bir manzaranın parçalarıyız
Ulu bir çınarsın bende sen
Ben senden dökülen hazanlarım


Ellerini uzat kara toprağa
Gökkuşağının yüksekliğinde değilim
Köklerim seni sardı susuzlukla
Sevdamsın, veda hiç değilim


Gidiyorsun umarsız ve bencil
Sensiz ne haldeyim bilir misin
Denizde nefes almak gibidir gelişin
Gidişinle ölürüm bilmez misin


Kal sevdiğim,
Benimlesin,
Yüreğimdesin,
Gidiyorum deme bana
Ölümüm olma sevdiğim….


Mavisihir

21 Şubat 2009 Cumartesi

HAKETMEK

Kendinizi ve hayatınızdakileri tartıp, düşündünüz mü hiç? Neyin, ne kadar hak edildiğini sordunuz mu? Mutlaka bir dönüm noktasına geldiniz şimdi. Her günün bir şeye gebe olduğu bu yaşamda, anlık sürprizlere ne kadar açığız? Yoksa tam tersine, fanusların içinde yaşadığımız bu hayatı öylesine, boş bakışlarla izliyor muyuz? Her bir sorunun basit cevapları var. Bazen dobraca veriyoruz cevaplarımızı, bazen de saklanıyoruz kelimelerin ardına. Zaman öyle ya da böyle geçip gidiyor. Yolda önümüze çıkan duraklarda dinlenip nefesleniyoruz, ya da ömürden bir nefes daha eksiltiyoruz.Yollara ve duraklara bakıyoruz. Kah özlemler, kah öfkeler, gökkuşağı misali duygular…


İplerimizin kimin elinde olduğunu düşündüğümüz ve sorguladığımız anlara geliyor sıra şimdi. Bağımlı ya da bağımsız yaşadığımız, yaşamlarımızda rol alan insanların bizlerin üzerindeki hakimiyetlerini izliyoruz. Fark etmeden verilen pek çok ödünden sonra eksilen ya da kazanılanların hesabını tutmaya başlarız. Kendimize acımalar, içeride kopan kavgalar, yüreklerdeki bitmeyen sağanak yağmurlar, birden bire nerede ve neyin içinde kaldığımızı anlayamaz hallerde uyanırız yaşam uykusundan. Ensemizde bir ses;

_Şunu yapma, sevme, kızma, ağlama, üzülme ve…..

Emirler, emirler durmadan çınlayan kelimeler. Armoniye vurulan bir tekme gibi sarsar beynimizi ve benliğimizi. Derken bir ses daha;

_Sen önemlisin, biliyorsun…


İşte bu dosttan geldi diyerek silkeleniriz. Artık toparlanma zamanı gelmiştir, kollar sıvanır. Değişmesi gereken her şey masanın üzerine konur, saklanmadan, üzeri örtülmeden. Hatalardan utanılmaz, gelecekten ve bedellerinden korkulmaz. Ensede duyulan seslerden sonra artık kendi sesimizi dinlemeyi de öğrendik. Kendimize kızgınlığımızı hem anlamak, hem de sözler vermek zorundayız artık.


Hak etmek dedik hep, biz karar verdik. Bir de hak edilmek var yaşamın ortasında duran. Bizi kim hak ediyor biliyor musunuz? Gözyaşınızda yanınızda olan, elinizi tutan, bir şey söylemeye gerek duymadan, yanındayım seninleyim diyebilen…İşte bu bizi hak eden. İnsan hep üzene doğru koşar, bu hayatın yanlış çizilen rotalarından bir olmuştur, değişir belki. Bu güne kadar başkaları için akan gözyaşlarınızdan sonra, kendinize kalanların neyi dolduracağını görmenize gelmiştir sıra. Bencil olmak her zaman kötü değil. Hak etmek ve hak edilmek için elleriniz yüreklerinizin üzerine getirin. Dokunun kendinize, korkmayın. Ne kadar ertelediğinizi şimdi göreceksiniz. Sevgiyle…

Mavisihir

20 Şubat 2009 Cuma

Funda Yaprağı

Bir funda yaprağı düştü üstüme
Hayat buldum, neşe buldum, can buldum
Yakışmadı ama ölmüş gülüme
Yıllar sonra onunla mutlu oldum

Funda’m her yanımı boya yeşile
Cıvıl cıvıl günler seninle gelsin
Mavi sihrin lal versin dile
Görmediğim kadar eşsiz, güzelsin…

İzmir’in havası yüzüne vurmuş
Mutedil, yumuşak tam orta karar
Ya bulut ol, ya rüzgar ol, ya bir kuş
Ve geldiğin yerde yüreğime var


Murat Dereli


Çok değerli bir Çelebi'den....

TEBESSÜMÜM VE HÜZNÜM




Artık saklamak için uğraşmıyorum hüzünlerimi. Yalancı tebessümlerde kazandığım ustalık öyle başarılı bir hale gelmiş ki, hiçbir göz göremedi gülerken ağladığımı. Razı oluşları ve kabullenişleri yaşadık her sahnesinde, yaşadım, gördüm. Her gördüğümde biraz daha dağlandı acılarla yüreğim. Acıya alıştım gittim. Gidişlerin arasında gelişlerin ufacık serinliklerinde tebessümleri arar olduk. Elimizde bir fener gündüz kaybedilen sevgiyi gece köşe başlarında arar olduk. Benim sana bu kara gecede ihtiyacım vardı sevdiğim, dedik sadece arkasından bakarak. Şimdi yoksan hiç gelme artık…


Hüzün yerini nelere bırakacak kim bilir? Sevdadan bir duman gelse kaplasa her yeri. Sol yanım tütse buram buram. Senin yaktıklarını, kül ettiklerini geri verse bana. Arkanı dönüp arsızca gidişine dur dese…Yok, durma sakın. Devam et yoluna, istemiyorum seni. Nankör bir gülüşten ibretsin sen sadece. Kırık bir paravanın yan tarafından kafanı çıkarıp, sahte bir tebessümle bitirmeye çalışıyorsun her şeyi. Bitmiyor ki, yeni başlıyor her şey. Bambaşka bir hikayeye başladım ben bu sayfalarla. Her şeyin barındığı, her duygunun kol kola gezdiği satırlarda randevum var kelimelerimle. Bitmemiş bir hesap verilecek hayata karşı. Hayat bana olan borçlarını ödeyecek.


Hafiften şarkılarını söyler kulaklarıma sevenler. Biri der ki;
…..Kapat gözlerini kimse görmesin….

Dalarım uzaklara bu şarkılarla. Ufka doğru bir yolculuktur aklıma gelen. Belki saklamayı bilmediğim günlerin anıları gelir hatırıma birer birer. Kulağımdaki sesle birlikte söylerim şarkıyı. Tebessümler ve hüzünler geçer önümden selam vererek. Sakladıklarını, saklananları kimselerin görmediği, bilmediği bir masal yazılır satırlarıma. Okurum onu yabancı kulaklara. Garip büyüsüne kapılır dinleyenler, bilmeden. Masalın melodisini duyarsınız yavaş yavaş. Hüzünleri çekip içinizden, uzun bir yolculuğa çıkar bu şarkılar. Köyün farelerini toplar ya kavalcı, öylece dökülür hüzünlerimiz bu şarkıyla. Geriye kalan çıplak tebessümlerimizdir.


Bir tebessümünde anlattığım masal için olsun hüznüm. Yeşilin maviye aktığı yerde süzülsün gözyaşlarım. Denize karışıp büyüsün bendeki her şey. Yaşam için, sevgi için ve benim için. Bizim için çıplak bir tebessüm kalsın dudaklarda. Her şeyi karşılayan bu yüz olsun ölümün soğuk ellerine kadar. Dokunduklarında soğuk değil de, ellerin geri çekilişi ürpertsin içimi. Çıplak tebessümüm var benim, hüzünlerimi şarkılarla gönderdim derin mavilere. Vedalaştık uzun uzun. Ölümün soğuk elleri, sen de takıl hüzünlerin peşine hadi. Bu kapıdan çıkacak kimse yok. Tebessümlerle daha çok işim var….

Mavisihir

15 Şubat 2009 Pazar

BİR ÇELEBİ’YE MEKTUP

Seni anlatmak, nasıl yapılır bilmem ki Çelebi? Seni tarife, senin şiirlerinden daha iyi söz olmaz aslında. Herkes gibi değil belki ama, ben seni tanımaya şiirlerinde başladım. Kocaman bir yürek vardı, karşıdan bana bakan biliyordum. Yüzünü görmek sesini duymak değildi seni tanımak Çelebi. Şiirlerinde seyahat ederken, mavi ufukların, yeşile doymuş ormanların, aşılmaz dağların ve sönmemiş sevdaların tatlarını bulmak, seni tanımak demek. Çok küçük bir bebeği sever gibi, aynı anda çok eski bir dosta sarılır gibi. Zamanın çok örselediği bir gönül adamısın sen, zaman derken aslında insan demek istediğimi bilirsin. Daima hassas olanlar, adil olanlar, yüreğiyle görüp sevenler eza çeker ya bu hayatta. Zalim kader deriz, bazen çilemiz bitmemiş deriz. Bazen sadece sessizliği yazarız kalemlerimizle. Sessizliğin içinde haykıran bir Çelebi, tanıdım ben seninle.


Çelebi dosttu, Çelebi deli bir yürekti ansızın ağlayan, ansızın sevinen. Anlaşılamamış bir tarihti Çelebi. Değersiz kağıtların arasında unutulmuş bir şiirdi, zaten Çelebi şairdi. Binlerce kelimeyle nakşetmişti kendini sayfalara ve gözlere. Binlerce kez okunmuştu şiirleri nakışlı gözlerde ve dillerde. Ben deli bir mavi, yolda yalpalarken duruverdim önünde ansızın. Şiir dedi bana Çelebi, gittim şiirden bir şehre. Peşine takılırken korkmadım, şiir vardı ya sonunda. Dostluktan başka bir şey gelir mi şiir gönüllü, şiir gözlü bir Çelebi’den? Okudukça, ben de iki satırlık hikayeler, yazdım şiirlerin bir köşesine. Sevindi Çelebi, güldü belki de, bazen hüzünlendi. Baktım ki derdime ortak oldu, dost oldu, öğreten yol gösteren oldu çelebi. Sonra dedi ki bana;
_Çırak, ustana bir mektup yaz.
‘Nasıl yazarım?’ diye düşündüm. Başladım kağıdı bir ucundan tutmaya. Diğer ucundan da kalemi gezdirmeye başladım satır aralarında. Seni senin satırlarından daha iyi anlatacak sözler düşündüm, bulamadım. Çelebi’ce iki satır kondurmak istedim mektubun arasına ansızın.

Göğsüne dokunan o soğuk demir
Öyle bir kanattı, senden ziyade
Bu bağın tarifi sevgidir zahir
Bedenlerin vuslatından azade


Benim göğsümdeki acıyı hissedecek kadar yüce bir gönülsün sen Çelebi. Ben söylemesem de, derdime ortak olacak kadar iyisin sen Çelebi.


Mavi bir sihirsin sen, diyerek başladım en satırlara. Ortada hiçbir şey yoktu benden ve kalp kırıklıklarından başka. Derken hayat büyüdü benimle birlikte. Bir de küçük bir hediye kondurdu sağ göğsüme. Sevindim gözyaşlarımın arasında,Çelebi’den öğrendiklerimle. Ben güçlüydüm, ben iyiydim, ben savaşabilirdim. Evet, bu defa zafer benimdi, kaçınılmaz bir sondu meşaleyi elimle yakışım. Büyük bir maratona benzettim hayatı bazen. Ben koşamam hiç bilir misin Çelebi? Bu yarışa senin sayende gözüm kapalı girdim. Güçlü olduğumu hatırlattın bana. Bunca zaman önce, geride kalan yaşanmışlıkların ve sandık kokulu anıların bende mirası olan bu hediyeyi, kendi ellerimle iade edecektim. Hastalıklı yaşamın hastalıklı anılarını geri vermeyi ben senden öğrendim. Yenilenme saatlerinde yaşadım ben hayatın en tatlı demlerini.


Bir Çelebi tanıdım ben,
Hem dost, hem şair,
Hem yürek, hem de çelebi.
Sevmeyi bilen ve sevilesi…



Mavisihir

12 Şubat 2009 Perşembe

ZEHİRLİ SARMAŞIK



Hayattaki her gün balkonda beklenen sabahların tadında olmuyor. Kara günlerin varlığını unuttuğumuz anda kendilerini hatırlatan şeyler beliriveriyor hayatımızda. İşte benim de öyle bir günüm, bu gün. Biraz hayattan, biraz insanlardan, biraz kendimden, bir an gerçeklerden kaçtım. Kısa sürdü, uyandım. Uykuya zamanım yoktu, oyalanamazdım. Kocaman bir savaş, atmam gereken zafer çığlıkları varken uyuyamazdım. Bir hayat borçluydu bana bu kanser. Benden ufacık bir parça dışında hiçbir şey alamazdı, alamayacaktı. Korkmuyorum biliyor musunuz? Hatta ben bu menhus hastalığa zehirli sarmaşık demek istiyorum. Her taraftan sarmak için fırsat kollayan bu nanköre fırsat vermeyeceğim. Git duvarları sar, sarabiliyorsan zehirli sarmaşık. Beni bana bırakmak zorundasın. Seni söküp attım içimden zaten, yolu yarıladım. Bundan sonra her şeyi, ben kazanacağım.


En başta tabi ki üzülüyorsunuz, ağlıyorsunuz. Buna alışmak ve kabul etmek zor. Kabul etmek derken, hastalığa karşı mücadele etmeye başlamak, demek istediğim. Yoksa kimse kanseri kabullenmesin, kader gibi görmesin. Ben savaş açtım bu sinsi sarmaşığa karşı, ayaklarıma dolandıkça söküp atacağım onu hayatımdan ve çevremden. O özlem duyduğum son gün geldiğinde, sevincimi en çocukça halimle yaşayacağım. Savaştayım tüm baltalarımla, sana yenilmeyeceğim zehirli sarmaşık. Canımı yakamayacaksın sarıp boğarak. Her elini bana doğru uzattığında bir balta indireceğim koluna. Her adım atışında hem bastığın yeri hem de ayağını keseceğim yeryüzünden.


Zehrini sana geri akıtıyorum, tam içine hem de. Kendi sinsiliğinde boğulacaksın. Bana dokunmana izin vermeyeceğim, bir daha. Başka avlar aramak zorundasın kendine. Seninle ilk karşılaştığımda acemiydim biraz. Savaşmaya korktum bir an için ama şimdi korkmuyorum. Seni neyle yeneceğimi biliyorum. İnancımla, yüreğimle ve inadımla. Bu güne kadar her şeyi bunlarla başardım, kendime güvendim. Bundan sonra da böyle kendimden emin olarak ve inat ederek yeneceğim bunu. Kendim için yaşayacağım artık ve sevdiklerim için, sevenlerim için.



Zehirli sarmaşık hey,
Sana söylüyorum, çekip giderken arkanı kontrol et, bir kırıntı bile kalmasın senden geriye. Öfkeyle sallıyorum baltalarımı, savaşıyorum. Biliyorum zafer benim, çığlıkların sahibi de benim. Bu sefer mutluluktan…..



Mavisihir

7 Şubat 2009 Cumartesi

KIRILMA NOKTALARI




Hayat bu, ışık gibi bizler de kırılıyoruz an oluyor. Bir cam parçası bazen, bazen bir sapa yol, bazen de deli bir sevda. Akıntıya kapılınca, hayat o yöne akacak sanıyoruz. Deli bir ırmakta savruluyoruz tutunamadan. Heyecan bulur bazımız bu sürüklenişinde, kimimiz korkar. Hayatı sakin ve dingin yaşarsınız. Alışkanlıklar, zevkler vardır damağınızda, elinizde ve yüreğinizde yer eden. Her zamanki monotonluktan kurtulmaktır kimi zaman amaç. Kimi zaman farkına bile varmadan içinde bulursunuz kendinizi. En çok ta aşk kırar insanı. Bu bildiğiniz kırılma değil, yürek acısı değil bahsettiğim. Kendini başka bir kılıkta, başka bir insan olarak bulduğunuz noktadır asıl kırılma noktası. Dönemlere ayırmaya başlarsınız çocukluğunuzu, geçliğinizi ve kaldıysa eğer, yaşlılığınızı.


Bazen bir şarkı kırar ruhunuzu, büyülenirsiniz adeta. Başka bir dünya, başka bir ruh geçer gider içinizden. Ya da siz kendinizi başka bir yerde bulursunuz, anlık hatıralarda. Gözlerinizin daldığı anlar vardır. İlk kırılmayı anlatırsınız belki kendinize belki de hayatınıza. Gözlerinizde okunur acılar, ayrılıklar. Damlalar sökülüp akamaz belki yanaklarınızdan aşağı ama yürek çoktan ıslanmıştır dile gelenlerle. Kim görür o gözyaşlarınızı, oysa o an tek ihtiyacınız olan merhamet ve yaslanacak bir omuzdur. Usulca sokulacak, çocuk gibi uyuyabileceğiniz bir kucak. Kırıldınız artık, bundan sonra başak bir siz var olacak, yaşama devam eden. Kendinize şaşırdığınız anlarda tekrar tekrar aynaya bakacaksınız eski sizi özleyerek. Bilirsiniz bir kez başlayınca arkası gelir bu düğümlerin ve dönüm noktalarının. Yaşamın sonuna kadar insanın hallerini ayırmak gerek belki de. Yapamayacağımıza inandığımız her şeyin ve bize uğramaz dediğimiz her girdabın içinde bulacağız kendimizi. Alışmalıyız …


Bir gün kalbiniz kuş gibi de olabilir tabi ki, her şeyin bittiğine inandığınız ana kadar. Yaşama kaldığınız yerden devam etmek istersiniz. Aslında bu her şeye baştan başlamaktır. Yeniden kırılmak için hazırsınızdır artık. Yeni başlangıçlar ve sonlara ve arkasında duran anaforlara. Kocaman bir canavarın ağzının, size doğru açılmış olduğunu gördüğünüz rüyaların başlaması yakındır yeniden. Korkarsınız bir an ama yürümeye devam edersiniz. Yaşam sevgisi bağlılıktır belki bu, belki de sizin hiç kaybolmayan çocukluğunuz. Büyüseniz de sizinle beraber seyahat edecek olan, hep oyuncaklarını ve anılarını cebinizde taşıdığınız günlerinizden size arta kalan sevinç. Kırılmak, olgunlaşmak ve hayatın kırılma noktaları. Kaçışlar ve yakalanışlar. Güzel bir masal gibi dinlediğimiz yaşamlarımız.



Mavisihir

NUR'UM




Sabahlara sarsam seni nurum
Mavi göklere salsam seni pencereden
Senin asaletin benim gururum
Sen çek al beni bu dertlerden



Aşkın ateşine düştüm seninle
Sönüktü gönlüm yeniden yaktın
Gel susuzluğumu dindir elinle
Beni sensizlik denen bir derde attın



Nur oldun, doğdun geceme
Güneş oldun ıssız günüme
Gönlüme eşsin, bedene mezar
Gözümde fersin, gönlümde yar….



Mavisihir

5 Şubat 2009 Perşembe

SÖYLENMEYENLERİM




Sana dokunmak doğru değil biliyorum
Seni satırlarda yaşamaya alıştım ben
Büyü bozulacak biliyorum
Seni böyle uzaktan seveyim ben


Bir harfsin sen içimde, en derinde
Elin uzaktan dokusun yüreğime
Gözlerin, bilirim benim gözlerimde
Bir şarkı olayım dilinde sessizce


Söylenmeyenlerimi bilirsin sen kendince
Sen bulursun beni kelimelerimde
Bırak orada kalayım ben sessizce
Haykırışlarımı sadece uzaktan dinle


Gelişlerimin hepsi gönülden
Hoş geldin demelerim özlemden
Bir yanımda sen konaklamışsın
Bir yanım özlemlerden


Bir gaflet uykusudur belki de daldığım
Zamanın bu anında, sadece ben varım
Sakın çalma kapıyı açamam çok korkarım
Beni bu halimle bırak, ancak yaşarım.



Mavisihir

3 Şubat 2009 Salı

SABAHA BAĞLADIĞIM SIRRIM






Gecenin bir vakti uyku tutmadı, hava da ne sıcak tahmin edemezsiniz. Çıktım balkona, yaktım sigaramı. Bizim sokakta belediyenin küpe taktığı sokak köpekleri dolaşır hep. Geceleri ise sanki cirit atar tarz da dolaşırlar sokakta. Gürültüleri uyuyan ayıyı bile uyandırır, gerçi bu mevsimde uyuyan ayı da zor bulunur ama…Nerde kalmıştık? Yaktım sigaramı işte, hazır uyumaya da niyetim yokken bir de kahve yaptım kendime. Ne keyif anlatamam, köpek havlamalarının dışında tabi. Şirkette çok sıkıldığım gecelerde hep böyle oluyorum nedense, yaşlandım diye geçirdim aklımdan birden. Ne de olsa otuzları geçmiştim artık, yolun yarısı der ya şair. Birkaç yıl kalmıştı bizim şaire göre. Geçen haftalardaki dağ evi maceram geldi aklıma, güldüm. Hayatımın en kötü ama bir o kadar da keyif aldığım hafta sonlarından biriydi. Hele ertesi hafta davet edildiğimde yaptığım şarap pazarlığı...

Kaç şişe içmiştik o akşam bilmiyorum ama bebekler gibi uyudum o gece o kadar rüzgar çanının ve çakal ulumalarının arasında. O günden sonra hiçbir gürültüye aldırış etmez oldum. Aslında o hafta sonu bana çok iyi gelmiş demekki. İnsan ne çok şey yaşıyor ve görüyor. Şu köpeklerin yerinde olsam ben de böyle havlar mıydım acaba? İnsanoğlunun uykusunu katledercesine havlamanın dayanılmaz zevki nasıl bir şeydir acaba? Bir gece hatırlıyorum iki tanesi kavga ediyordu. Başka bir köpek de onları ayırmaya çalışıyordu. İlk aklıma gelen, bu kavga mutlaka aşk için yapılıyor olabileceği oldu. Ne kızmış ama dedim ve güldüm. Benim için böyle kavga edenler olmuş muydu acaba diye geçirdim anıları gözümün önünden. Lisedeyken olmuştu galiba. Çok utandığımı hatırlıyorum. O zamanlar böyle şeylerde bütün okul o kızı konuşur, bahçede herkes onu parmakla gösterirdi. İşte Murat’la Selim’in uğruna kapıştıkları kız. Paylaşılamayan ve erişilemeyen olmak, uğruna kavgalar edilmesi ne kadar önemliydi. Daha doğrusu popüler olmanın ve dedikodu merkezi olmanın en kolay yolu…

Sabahı ettim balkonda, köpek havlamalarından çıkıp en eski anıları hatırlayacak kadar uzun vakit geçirdiğimin farkına varıyordum. İşe gitmeye az kalmıştı. Bu saatten sonra uyunur mu? Güzel bir sabahı karşılamayalı çok oldu zaten. Güneş altın gibi parladı dakikalar sonra. Gülümsedim, hoşuma gidiyordu her şey bu sabah. Kahvaltı yaptım evde rahat rahat, keyifle. Hazırlandım, yüzümde hiç uykusuz kaldığıma dair iz de yoktu. Makyaj da yaptım mı hazırım zor bir güne diye söyledim kendime. İşyerine vardığımda herkes sabah mahmuruydu, kimisi gözleri kapalı yürüyordu koridorda hala. Ben cin gibi kahkahalarla başlıyordum güne, aslında ben diğer günü birleştirmiştim ama kimse bilmiyordu. Sadece kendim ve köpeklerle paylaştığım sonra da güneşi ortak ettiğim bir sır.

Karşımda birden Cihat’ı gördüm. Onu görünce hep titreyen bacaklarım bile bu gün çok özgürdüler. Heyecanı terk ettim ben dün gece galiba dedim ve gülmeye devam ettim. Bol kahkahalı sabahlar Süreyya diye bir cümle uçtu havada ve arkasından kapının kapanışı. Süreyya harikasın, adamı şaşırttın yine, gülmek ne güzelmiş meğer. Uykusuz geceleri de seviyorum artık….


Mavisihir

2 Şubat 2009 Pazartesi

Küçüğün Gözyaşları





Her yer beyaz olmalı, bembeyaz.
Kar yağsa diner mi gözyaşların?
Çocuk, bak yüzüme saflığınla gül biraz.
Gözyaşının denizinde boğulma sakın.


Geçecek hüzünler, biliyorum.
Dinecek, silinecek göz yaşların.
Dünya kötülerin şimdilik belki, görüyorum.
İyiler geliyor artık, hem de yarın...


Ağlama yavrum, ben varım.
Akmasın güzel gözlerin artık.
Meleklere haber saldım,
Küçük eller size uzandı, gelin artık....


Mavisihir

SEVGİLİ HAYAT





Çok yorgunum, eve gitmek istiyorum bir an evvel. Günün ve geçmişin bütün ağırlığı bu gün çöktü üzerime sanki. Bezginlik belirtileri göstermeye başladım. Geçen okuduğum kitapta, ağır bir depresyonun belirtisi olduğu yazıyordu. Bu ilk değildi ki, kim bilir kaç depresyon geçirdim bu güne kadar deyip, kulak arkası ettim okuduklarımı. Yaşamın bana olan garezi gibi görüyorum olan her şeyi. Bu yorgunluğumda yaşamdan değil miydi zaten? Kendi sorularıma kendim cevap verebildiğim anlarda hep iyi hissettim ve umutlandım yeniden. Bu günün sonunda uyumadan önce yine aynı şeyin olmasını bekliyordum. Saatler geçti, gece yarısı oldu ama hala ben değişmemiştim. Üstelik ağlıyordum artık, sebebini bilemediğim bir şekilde. İsyan, kavga, öfke, nefret… Her şeyi getiriyordum gözümün önüne. Geçen günlerimi ,işimi, ailemi düşündüm. Bir film şeridine sardım hepsini rafa kaldırmak için.



Sana bir hitap bile yazamadım, mektubuma başlarken. Cümleler şimdilik havada kalmış gibi görünmüyordu ama yerlerini de bulmuş değillerdi. Ait olduğu yer ben değildim, sen d değildin. Havada asılı kalan bir hayata yazıyorum bu mektubu ben öyleyse. Kelimeler bu defa sanki akmak istemiyor, zor toparlıyorum. Yorgunluktandır deyip geçiyorum bir an, sonra beni bu kadar yorana yazdığım bir mektup var diye kalkıyorum yatağımdan. Uykular beni bırakalı uzun zaman oldu zaten. Sabahları karşılamak güzel ama, huzurlu gecelerin ardından. Ben huzur fakiri, sen umarsız sevgili. Hayat, sana bir sorum var. Sen hiç mavi bir hayale düştün mü? Mavi bir sevda rüzgarı savurdu mu seni? Tarif et bana, mavileri ve sevdaları.



Umarsız cevaplarından olmasın artık bu defa söyleyeceklerin. Bir çocuğu elma şekeriyle kandırır misali döndürme beni geriye. Yalan bahaneler istemiyorum artık, ben. Senden geçmek üzereyim artık. Son seslenişlerim belki sana. Gönül neler istedi bir bilsen hayat, azına razı olmaktı kader, bana düşen de kadere razı olmak. Beni için seçilen hayatı, daha doğrusu rolümü oynamaktı görevim. Bir tabela koydular karşıma, öyle değil böyle yaşayacaktım. İsyanlarımı gizli saklı içimde alevlendirirken gülmeyi unutan bir yüz verdiler bana. Alıp taktım onu yüzüme, ifade yoksunu biri olmuştum artık ben de , tıpkı diğer seçilmişler gibi. Zamanla mektuplar yazmayı öğrendim. Aşka yazdım, bazen çocukluğuma, bazen de çocuğuma seslendim mektuplarımda. Bu sonuncusu olacak, ilk defa bana ait birine sesleniyorum. Sevinecek yerde ağlayarak. Dinle beni .



Sevgili Hayat,




Mavisihir

1 Şubat 2009 Pazar

MASAL


Bana bir masal anlat hadi,
Maviler olsun içinde.
Pembe, sarı çiçekler açsın,
Gülen gözlerinde.


Bana bir masal anlat hadi,
Senden dinleyeyim gecenin şarkısını.
Bulutlar olsun yatağımın üzerinde,
Ve sihirli atların pırıltıları.


Bana bir masal anlat hadi,
İçinde sen ve ben olsun.
Mavi bir fonda boyasınlar resmimizi,
Etrafımızda melekler olsun.


Bana bir masal anlat,
Biraz senden, biraz benden.
Çocuk olalım çiçekli bir bahçede,
Kokuları sinsin üzerimize gezerken.


Bir masal olduk biz seninle,
Yağmur olduk, şiir olduk, şarkı olduk söylenen.
Sen anlattın ben dinledim gözlerinde,
Maviden yeşile, kırmızıdan pembeye.


Ben sana anlatayım sonra,
Ellerim avuçlarında kaybolsun.
Melekler şarkı söylesin kulağına,
Son sözün tatlı bir gülücük olsun…


Mavisihir