BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

31 Mayıs 2009 Pazar

GECENİN KOKULU ŞARKILARI


Nerden başlamalı yazmaya, kalemi neresinden tutmalı? Neyi anlatmalı bu kez? Hepimizin aradığı, bazen bulup da göremediği, bazen de görüp de almadığı cevaplardan mı bahsetmeli? Tahtlarımızdan indiğimizde, hepimizin sade birer insan oluşunu mu anlatmalı? Kelimeler, noktalar ve hayatlar. Efkar basar bazen inceden, bazen de bize çok kalın bir duvar gibi gelir hüzün. Delinmez sanki, aşamayız gibi gelir. Ağlar sızlarız belki kısa bir süre. Hayatın devam ettiğini söylerler bize, kulak asmayız. Kendimiz göreceğiz mutlaka. Doğrudur, insan yaşamadan hiçbir şeyi tecrübe edinmez çünkü. Nefes alabilmenin kıymetini nasıl ölümde anlıyorsak, bu da böyle bir şey işte.



Yaşamlarımızda en çok neyin yer kapladığına bakmayı denemeliyiz belki de. Önceliklerimizi ve sonralarımızı dürüstçe kabul edebilmekten geçiyor sanırım her şeyin anahtarı. Zamanla savaşmanın yerine, her şeyi oluruna bırakmak gerek aslında. Bu güne kadar hepimizin verdiği savaşlar var. Cephelerde kayıplar verdik, öldük ve dirildik, yaralandık. Cephanemizin bittiği anlarda esir düştük. Her şey geçti gitti, gidenleri gösterişli vedalarla uğurladık. Süslerimiz ya nefret oldu ya da özlem. Hoş geldin törenleri yaptık, küçük akıllarımızla gelenlere. Bazen gözümüzü kapatarak baktık hayata, daha kalp gözlerimle bakmayı öğrenemeden. Beklemeyi öğrenemedik bunca zaman, bir de sabretmeyi. Kendimiz ve başkaları için hayatları zorlaştırmaktan başka ne işe yaradı bu körlükler?



Kocaman bir alemin içinde bir su damlası kadar yer kapladığımızı düşünürüm çoğu zaman. Başkalarından değer beklemeye alışmış ve bencilleşmiş insanlar silsilesi haline geldiğimiz görüyorum. Dolu dolu yaşanacak o kadar güzel bir nimete sahibiz ki aslında. Yaşanmışlıklarımdan öğrendiğim gibi bakmaya çalışıyorum ve sanırım artık yapabiliyorum gerçekten. Zamana ve kadere güvenmeyi öğrenmek zaman alıyor, tahmin edersiniz. Akışına bırakılan bir hayatın size ne güzel sürprizler hazırladığını görmek istiyorsanız, kalbinizin üzerine bir pencere açın derim. Dışarıdan gelen çiçek kokuları dolsun içeriye, buram buram. Gecenin sessizliğinde çıkıp yürüyelim şimdi hep birlikte, kokulu şarkıları dinlemek için…



Sokağı çepeçevre saran türlü koku var biliyor musunuz? Koklayın hadi benimle birlikte. Leylak karşıladı önce, arkasından yasemin, bir köşede mimoza durmuş seyrediyor bizi. Az ileride kocaman çiçekleriyle bir manolya. Çekiyorum bu güzel aromayı çiğerlerime kadar. Sokakta sadece bizim ıssız ayak seslerimiz. Hafiften yankılanıyor duvarlarda. Bu sessiz şarkıyı dinliyorum gülümseyerek. Dansediyorum, gecenin kokulu şarkılarında. Yanıma kimi istersem onu alıyorum. Yüreğimle geziyorum gecenin derinliğini ve bu kokulu şarkıları. Hüzün yok, sadece çiçek kokuları var. Bana, bize getirdiklerini izliyorum gecenin. Bırakın sinsin her yerinize koku, saçlarınız hiç bu kadar güzel oldu mu sizin? Sevinçle savurun onları geceye, sevgiye ve sevgiliye. Mutlu birer nota kondurun sokaktaki taşların üzerine. Onlar da eşlik etsin gecenin büyüsüne. Yeterince okuduk değil mi? Şimdi sokağa çıkma zamanı, gecenin kokulu şarkılarına doğru bir serüvenimiz olmalı…

Mavisihir

27 Mayıs 2009 Çarşamba

SEVGİYE DAİR...




Sevgiyi tarif etmeye kalktım bu gün.Dilimde alışılmıştan farklı cümleler vardı. Herkesin anlayabileceği durulukta başladım konuşmaya. İlk cümleler klasikleşmiş demedin dinlerken. Sevgi emek , sevgi vefa, sevgi kendinden vazgeçmek, sevgi yüreğini koşulsuz vermekmiş. Sevilmek ondan daha güzel bir şeymiş. Sıcacıkmış, çocuk gibi safmış, tarafsız, korkusuz, çıkarsızmış. Sadece huzur duymakmış, içinde kocaman bir pencere doğan günü izlemekmiş her dakika. Sevgi böyle bir şeymiş meğer.


Sabah uyandığında güne sevinçle başlamakla eşmiş sevgi. Duru bir ırmak gibi çağlamakmış, hesap vermeden yüreğinin istediği yöne akmakmış. Yeşilin barındığı bir ormana bakmakmış ve sonra uçsuz bucaksız bir maviyle kucaklaşmakmış. Sevilene sadece ona ait olan bir isim vermekmiş sevgi. Sorgulamak yokmuş sevginin içinde. Gelecek günün ne getireceğini düşünmemekmiş, sualsiz karşılamakmış geleni, gideni de sualsiz özlemle uğurlamakmış. Sıcacık bir kucakmış sevgi, hiç ayrılmak istemediğin.


Küçük bir çocuk gibi sokulursun kucağına sevginin. Yağmurda ıslanmış ve üşümüşsündür. Sıcacıktır karşına çıkan bu yüreği barındıran kucak. Hiç çıkmak istemezsin oradan. Dışarıda hunhar bir fırtına kopmaktadır, seni öldüresiye yağan yağmurla. Uzak sanılan noktaların yakın olduğu bir an olur ansızın bu sıcacık kucakta. Bir taraftan kurumaya, ısınmaya çalışırsınız. Bir taraftan sevgiyi tanımaya, gözlerine bakmaya. Şaşkınlıktan donakalırsınız bir süre, gözlerinde başka bir dünya görüp korkarsınız, kaçacak yer bulamazsınız bazen. Zaman geçer, bir elinizde o el, bir elinizde yüreğiniz. Kayıtsızca verirsiniz eline. Gönülden bağlanırsınız, sevgiye hoş geldiniz…


Sıcacık bir kucakta başlar her şey ansızın, yağmurlu bir günde. Kaçak oyunlar oynarsınız kendinizle bir zaman. Yakalanacağınızdan haberiniz yok gibi, yollar açmaya çalışırsınız kendinize. Kendinizi bulmak istediğiniz ya da unutmak istediğiniz yer neresidir, bilmeden yaparsınız bunu. “Sorularıma cevap istiyorum” diye atılan çığlıklar arasında sıcacık bir kucak bulur sizi. Çığlıklardan sonra kendinizi saklarsınız, gün gelir son bir damla düşer gözlerinize ve siz son olarak akıtırsınız onu hayata. Ve… Ve sevgi yüreğinize konuvermiştir kuş misali. Gözünüzün gördüğü, elinizin dokunduğudur aslında ama nasırlaşan yürek yumuşayana kadar bilemezsiniz o olduğunu.” Oldu işte, sevdim ben de”


Cümle alem duysun derken, kendi kendinize yaşamaya mahkum olacağınız bir hücre olur bazen sevgi. Ziyanı yok demektir, sevginin yüceliği ve duruluğu. Bakınca gözlerinde kendini görmektir. “Bak gözlerime sevgili, kendini bulabiliyor musun orada? Bende tek yaşayan sensin oysa.” Kendini bulabilmek, kendini görebilmek, sevilenin nefesinde yaşayabilmek. Ben seninim diyebilmek,bunun ardından da gelişini sessizce bekleyebilmekmiş sevgi. Aslında, tek bir cümleyle anlatabilirim bu kadar şeyi. Sevgi sensin, sevgi yüzlüm…



Mavisihir

23 Mayıs 2009 Cumartesi

PERİ MASALIM





Bu sabah gözlerimi açtığımda kendimi bir peri masalının içinde buldum. Kulağımda hareketli, cıvıldayan bir şarkı. Çalan ton tanıdık geldikçe ben daha bir dikkatli aramaya başladım sesi. Kocaman şatonun içinde bulamadım. Rüya sandım bir an için. Gözlerimi tekrar sıkıca kapayıp açtım. Uyanıktım, bu masalın içine nasıl girdiğimi anlamaya çalışırken ömür geçecekti sanki. Sonsuz bir hikayenin ortasında olmaktan korkan ben, içimde yeşeren bir çiçekle uyanıvermiştim aniden. Her yerde aynı şarkı çalıyordu. Demek ki bu masalın şarkısıydı. O bir peri masalı diyordu şarkıda. Aşkı o kadar güzel bir masalla anlatıyordu ki, dinleyip kendini içinde bulmamak, hatta oradaki güzel perinin yerine koymamak mümkün değildi. Bir de baktım elimde yıldızlı bir asa. Masal perisiydim artık. Neye dokundurmalıydım şimdi bu asayı?



Sihirli bir masalın kahramanları olmak düşüyordu bu sabahtan sonra. Şarkı diyordu ki, yansam da seviyorum ben onu. Masal içinde başka bir masalı yaşamak gibi bir şeydi dinlediğim.

“Bir zamanlar gençtim ben, peri masallarındaki bir aşkın kahramanıydım. Acı çeksem de aşıktım.”


Gözlerimi kapadım yeniden, hayallere yolculuğa çıkma zamanıydı. Bir peri düşüne yelken açmak düşüyordu bana, bu masalda. Masal içinde başka bir masal, bana ait. Gözlerinden düşen iki resim geldi hayalime. Biri sen, diğeri ben. Mavi peri ve kırmızı pelerinli prens. Yıldızlı sopamı sana dokundurdum ve bir dilek tuttum içimden. Olmasını çok istedim bu dileğin, masalımın mutlu sonu sendin çünkü prensim.


Uyandım yine, bu kez bir kulede buldum kendimi. Saçlarım o kadar uzundu ki, aşağıdan gelen bir ses duydum. Pencereden baktım, sen vardın orada. Yukarıya çıkmaya çalışacağını biliyordum. Saçlarımı verdim sana, tutunup çıktın. Rapunzel’ miydi bu masalın adı? Sen de biliyordun, aslında saçları o kadar uzun olan ben değildim. Masal bu ya, hayaldik ikimiz de. Kulede birlikte yaşadık yine sonsuza dek.


Tekrar uykuya daldım, uyandığımda o kadar küçüktüm ki dünyaya göre. Parmak kadardım, demek ki parmak kız masalındaydım şimdi de. “Bunda peri var mıydı?” hatırlamıyorum. Yine sen çıkıverdin, çok büyüktün bana göre. Eğilip alıverdin beni avucunun içinde. Bu küçük kıza bir öpücük vermek için yaklaştın ve ben büyüyüverdim. Bu masal da bundan sonra mutlu sonla bitmeliydi. Uyanıkken gördüğüm düşlerin hepsi gibi.


Yine uykuya daldım ve masallar bitti. Uyanma zamanı geldiğinde, bu güne uyandım yine ama bir baktım yıldızlı asa elimdeydi. Ben gerçekten bir masal perisiydim bu gün ve dileğim oldu. Sopamla sana dokundum ve sonsuza dek benim oldun…

Mavisihir

19 Mayıs 2009 Salı

KAĞITTAN SANDAL




Kağıttan bir sandal yaptım kendime
Bu sabah açıldım denize
Deniz de mavi, ben de
Sen seyret uzaktan öylece


Sefer sırası bana geldi sevinçlerle
Sandalıma yaptım mavi bir yelken
Rüzgardan yana giderim yüreğim elimde
Sen seyret uzaktan öylece



Sandalımın rengi benden
Maviye bütün aşklarım bu gün
Denize karışalım hemen
Sen seyret uzaktan öylece



Sandın ki sensiz gidemem
Çoktan açıldı bu yelken
Kağıttan bir sandal yaptım kendime
Sen seyret uzaktan öylece



Mavisihir

18 Mayıs 2009 Pazartesi

MAVİ OLMALI





Mavi olmalı senin rengin
Bir ilk bahar gününün gökyüzündeki rengi.
Mavi bulutlar üzerindeki beyaz melek.
Evet sen mavi olmalısın.
Bir yanın hüzün, bir yanın gizli aşk.
Geceleri sessizce ağlayan,
Geçmişiyle hesabı hiç bitmeyen.
Haksızlıkların arasından,
Bir melek gibi karşıma çıkan.
Sen bana maviyle geldin.
Yıllardır içimde hasretini çektiğim mavi.
Asla durulmayacak.
Kırmızı kalbimin sığındığı mavi liman.
Evet sen mavi olmalısın.
Önüne ördüğün siyah duvarların arkasındaki masum kız mavi elbisesiyle.
Gözleri hüzünlü ama büyük yüreği sevgi dolu.
O masum kızın yanındayım şimdi...
Belki de önündeki duvarı aştım.
Önemli olan duvarın bu tarafına elele geçebilmek.
Eğer gelirsen mavi bir aşk,
Mavi bir gökyüzü,
Maviyi çok seven bir kırmızı var.
Sen mavi olmalısın.
Birlikte gökkuşağına katılacağımız mavi.
Asla kimsenin ulaşamayacağı,
Sadece uzaktan izlenen renk cümbüşü.
İkimiz de hep orada olacağız.
Sen mavi, ben kırmızı.....



Kırmızı'dan Mavi'ye

SEN MAYIS’SIN

Mayısta dalımda kuruyup düşen bir hazan gibisin. Yerde savruluşunu izliyorum bir köşede öylece durup. Senin dalımda cıvıldayarak açtığın günü hayal ediyorum bazı anlarda. Şimdi cansız ve soluk oluşuna alışmak zor geliyor. Zamansız geliş ve gidişlerine alışacak kadar uzun sürmedi senin ömrün. Geldin ve gittin ama çok büyük bir parça kopararak, canımı yakarak. Baharın adını unutmuştum ben, sukuta geçen bir ağaçtım bu topraklarda kendi halimde. Sen geldin bir yer tuttun kendine dalımda. İnatla yeşerdin, inatla çiçek açmaya çalıştın ben hayır dedikçe. Ben çoktan çiçek açmışım oysa farkında değilim. Nasıl aldın götürdün beni baharlara ve nasıl bıraktın senden öncekinden beter zamanlara?


Boğazımda düğümlenmiş bir yudum su oldun çoğu zaman. Ne kanabildim sana, ne doyabildim. Tam geldi artık gitmeyecek derken, ellerimden kaydın yalan oldun. Bana binlerce hikaye anlattın, gerçek sandım. Kapıldım senin yalan melodine, dansa daldım kelimelerinin büyüsünde. Her kaçışımın sonunda sana tekrar yakalanışıma lanetler yağdırdım çoğu zaman. Gökyüzünü bir daha aydınlık göremeyeceğimi sandım sen gidince. Sen gittin, yıldızlar hala parlak, hala ay bana gülümsüyor. İçinden bir yüz beni izliyor sanki. Sen güneş kılığında girdin benim yaşantıma, şimdi gecenin dibinde bir ay yol gösteriyor bana. Bazen soluk ışıkların daha kalıcı olduğunu söylediklerini duyardım. Doğruymuş yaz güneşi. Yaza kadar sürmeyen bir hükümdarlık sürdüm seninle. Kışın ortasında yazı yaşamaya kalktın kendince ama bittin işte.


Her şeyin yerinde yaşanması gerektiğini bilirdim, seninle birkaç tabuyu yıkmaya niyetlendim son umutlarımı harcamak için. Harcadım, bende geriye kalanların artık el altından uzak bir yere kaldırılması gerekiyor. Şimdi yine akın akın geliyor üzerime kara bulutlar bu mayıs ayında. Sana Mayıs deyişimi duydu sanki, yaza merhaba denilen yerde, insanın içini sevinçlerin ve heyecanların alacağı yerde beni saran bu kara hüzne anlam veremedi belki de. Bir garip merak içine girdi hepten, baharın son günleri. Son bir tebessümle bakıyorum geride kalan anılara ve baharlarıma. Kışa bıraktığım yalancı bir güneş duruyor masanın üzerinde. Ellerimin arasında yok olmaya can atıyorsun biliyorum ama dokunmayacağım sana. Öylece bıraktığım yerden izleyeceksin beni ağlamaklı.


Adına yakışır bir tören düzenleyeceğim sana Mayıs. Senden bir tek düş bile kalmayıncaya kadar kazıyacağım seni beynimden. Savaşa devam ederken, beni sırtımdan vurduğunu anlatmayacağım kimseye merak etme. Gözlerime baktıkça okuyacaklar seni nasıl olsa. Seni sildiğim vakit,silik bir anı olarak bile yerin olmayacak dimağlarda. Mayıs’ın ne kadar sinsi olduğunu bilmez kimse, ben öğreteceğim bunu. Mayıs olmayacak bundan sonra benim yaşantım da, belki bir ara Aralık’ı da çıkartmam gerekecek takvimimden. Bir yılbaşı öncesinde geldin, yaza göz kırparken gittin. Sen Mayıs’sın, nankör ve yalancı. Sen Mayıs’sın sıcak yazdan daha yakıcı. Sen Mayıs’sın, yüreğim yangınlardayken soğuk bir odaya tıktığım. Sen Mayıs’sın, benim müebbete çarptığım.



Mavisihir

15 Mayıs 2009 Cuma

SENSİZLİK

Senli bir sensizlik yaşarım ben ezelden beri
Tüm özlemlerimi biriktiririm sana
Gelip gör isterim beni, sevgimi, hasretimi
Durmadan sana dair şarkılar söylerim duvarlara

Senli bir sensizlik yaşarım sevgiye doğru
İster aşk de buna, ister sen başka bir isim koy
Batıya giden bir yolda benim yönüm hep doğu
Sensizliği al da, içime bir de kendini koy...

Sandıklarıma sen doldun geçmişten geleceğe.
Naftalin yerine seni kokun sardı tüm dantelleri
Anılarımın sararmış köşelerinde senden resimler
Bir de baktım ki geriye,
Geçmişimin tümü sen, geleceğim ise kızılmavi.....

Yalanın çıplaklığı kadar hafif ol o rüyalarda
Öyle bir gel ki tüm gerçelerin gidişini seyredeyim pencereden
Yağmur yağmış, serin bir koku sarmış etrafımı
Ben yağmurda ağlamayı da severim
Gizlenirim yağmurda gözyaşlarımdan
Yalan, anadan üryan, belki de hiç olmayan....


Mavisihir

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Papatyadan prangalar

Anlatacağım bir sır var sana
Sende seni yaşadığımdır ilki
Sonra da benden kelimeler seçeceğim özenle
Bir bir sıralayacağım notaların üzerine kondurup
İlk dansımızı hatırlayacaksın ben anlatırken
İlk sarılışımızı, ardından ilk buseyi
Sende konaklayıp, ansızın kaçmalarımdan bahsedeceğim sana
Bir an hayretle durup bakacaksın hayal gözlerime
Yeşilinde huzur bulacaksın bu mavi kızın
Bir demet sarı papatya olacağım ellerinde
Sen dört bir yana koyacaksın beni
Her yanda ben, sende ise bitmeyen papatya kokusu
Derin derin çekeceksin içine beni
Doymak bilmediğin bir şarap olacağım ansızın
Kadehte masumca dururken
İçten içe ısınacaksın benimle
Soğuk ülkelerin insanı
Yüreğinde bir yangın
Ellerinde yine sarı papatyalar
İçinde ben, hem mavi hem de yeşil
Şarabın kırmızısı aklının çevresinde
Benden izler var yüreğinde
Geri dönmek istemeyeceksin artık bu şehirden
Yüreğinde papatyadan prangalar
İstesen de gidemezsin ki benden…


Mavisihir

4 Mayıs 2009 Pazartesi

YAŞAM GEMİSİ VE TAYFALAR

“İçimde sıkışıp kalan kelimelerim var bu gün sana dair. Zehir zemberek kusmaya niyetlendiğim anda karşı koyamadığım bir kuvvet engelliyor beni. Oysa ben çalmamıştım, çırpmamıştım, yüreğimle geldim, emek verdim. Bir şiir doladım dilime, Can Yücel’in kelimeleriyle anladım diye haykırdım sessizliğin çığlıklarının arasında. Bir perde daha yüksek çıkan sesim vardı iyi ki. Sen sağırların ağırladığı bir misafir, körlerin yol gösterdiği bir yolcu, hansızların misafir ettiği bir göçebesin. Sen sensin diyemiyorum artık, biliyorum ki sen değilsin.”



Defterleri karıştırdım, yazdıklarım çıktı ortaya, unutmuşum çoktan ben bu satırları. Neye isyan ettim kim bilir o zaman, kim bilir kime kırıldım? Yaşam gemisin güverte tahtaları, benim satırlarım. Rotam belli, yönüm belli, sözüm belli. Tayfalara ihtiyaç duymuyorum ben biliyor musunuz? Tayfa nedir onu da bilmiyorsunuz aslında, önce ondan bahsedeyim.



Bu gemi bildiğiniz bir gemi değil, orasını anladınız sanırım. Gemi yaşamı temsil etsin şimdi. Herkes gibi sizinde etrafınızda bir sürü insan var, faydalı ve faydasız. Başarılarınızın, mutluluklarınızın, tebessümlerinizin arkasında faydalı olan kısmın etkisinin bulunduğunu da biliyoruz.Ya peki şu faydasızlar hangileri? Gelmiş, oturmuş yanıma benim adımdan rant sağlamaya çalışmış, benim kalitemden kendine pay çıkarmış, katmamış aksine azaltmış, üretmemiş, tüketmiş. Hani vitrine koyarsınız en güzel malı, reklam yaparsınız. Kendini böyle sanmış bu faydasızlar ama düşünmez ki “ben varken vitrinde onun işi ne?” Yok artık, herkes üretsin değil mi ya? Daha önce bu konuyla ilgili bir yazım vardı hatırlarsanız. “Haydi, bu gün üret” demiştik. Ne yaptık peki o günden beri? Oturduk mu sadece? Hiçbir şeyler vermeye öğretmeye çalışmadık mı? Üretilenlerden faydalanmayı da mı öğrenemedik yoksa hala?



Ağır bir balyoz etkisi yapacak, şimdi duyacağım cevap. Tamam, susun! Anladım ben. Tembelsiniz yine değil mi? Düşünmediniz hiç o günden beri. Ben de döndüm dolaştım, bir bakayım dedim. Nerde bıraktım hayatı ve nerde bulacağım? Tayfalardan bahsedecektik değil mi? İşte, bu gemi var ya. Sizden faydalanmaya çalışan, asalakvari yaşamlar içerisinde kalan insanlardan bahsettim aslında. Üretmek, tüketmek dediğimde konunun biraz açılacağını düşündüm. Ensemde taşıdığım, artçı nefeslerden kurtulmak istedim ve kurtuldum. Ben, olarak yaşamın içinde kendimi ifade edebilmeye başladığım gün, yaşamımdaki tayfaları kovaladım aslında. “Neden ben azalıyorum? “ dedim kendime. Aslında sizler de yapıyorsunuz bazen bunu. Sadece, adı değişik olabiliyor bazen. Bencillik kavramının, tüm yaşamı sardığını düşünürseniz, tayfadan geçilmez dünya. Her noktadan bir ses,” Ben de istiyorum, bana da ver”; off, duymak istemiyorum diye tıkarız kulakları seslere. Dönüp de bakmayız bile, neden bu hale geldiğini sormak için.



Yaşam gemisinin asalak tayfaları, serildiniz bakıyorum güverteme iyice. Sohbete dalıp, rahatlamak yok.Haydi bakalım, iş başına. Yelkenleri açamadınız daha. Yelkenler sizlerin kelimeleri olsun, lütfen. Küçük filikalar yapacaksınız şimdi güvertemde. Her biriniz, bir filikada canlanacaksınız önce, açık denize indireceğim sizleri. Yaşam bu, kim bilir batarım bir gün? Taşıdıklarımı kurtarmak düşer size. Daha sonra, her biriniz birer yaşam gemisi oluverirsiniz. Üreten, yaşayan ve yaşatan. Sizin de güverteniz de güneşlenen asalak tayfalarınız olur, silkelersiniz onları. Yavaşça başlarlar, filikalarınızı yapmaya. Bu devran böyle dönermiş, gün gelir onlar da büyür, açık denize atar kendini ve sonra onlar da birer gemi. Uzadıkça uzar bu hikaye…



Asalak tayfalarımızı rehabilite ettik, topluma kazandırdık. Bununla kalmadı tabi, biz zaten üretiyoruz. Arada sırada ürettiklerimize ve kazandırdıklarımıza bakalım ki, hem görelim hem de övünelim. Bir taraftan da denetleyelim, aslında kendi kalitemizi ölçelim. Hala ürettiklerimle yaşayabiliyor muyum? Kolay tüketilen bir madde değilim çünkü ben, ne de sen.



Haydi bakalım, kolay gelsin tayfalar…



Mavisihir