BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

29 Aralık 2009 Salı

DENİZ KÖPÜĞÜNDE SAKLI AŞK







Herşey deniz köpüğü gibi hayatta. Bir dalga gelir, bembeyaz köpükleriyle çarpar yüzümüze. İzi mutluluk olur bazen, bazen acı, bazen pişmanlık. Bazen de sevinç, çocuklar gibi koşmak, çoşmak ister yürekler. Ateş böcekleri gibi ışık saçarak uçtuğunu sanar insan. Gerçekten de saçıyordur aslında. Ne zaman mı? Aşk varken…

Aşk uğrayınca yüreğe, bedeni tarif edilmez bir ışık sarar. Etrafımızdakilerinin gözleri kamaşır bu ışıkla ve dönmeye başlarlar bizimle birlikte. Dokunmak, biraz da olsa bizden bir parçayı yaşamak isterler. Kendi loş dünyalarına, ufacık bir ışık girsin isterler. Kimi umutlanır, kendine bakar ve eğer başını önüne. Geride bıraktıklarının acısı çöker kimi zaman küçük yüreklerine, kimi zaman da küçük bir kıskançlık sarıverir. İşte, aşk kimine yakın gelir, kimine de çok uzak.

Deniz köpükleri de dalgalarla birlikte çoşar, danseder. Gece geldiğinde, başlarlar şarkılarını söylemeye, sabaha göz kırparken de bitirirler. Deniz köpükleri de geceyi sever, bizim gibi, aşk gibi. Kim bilir, belki de deniz köpükleri gecenin ve aşkın ta kendisi. Bilmeden, tanımadan karşılarız yüzümüzde onları. Günün parlaklığında ve sıcağında onlarla oynadığımız oyunun tadını çıkarırız. Çocuk gibi şen, heyecanla sarılırız maviliğe. Bedenimizi bırakıp, arındırırız ruhlarımızı.

Bazen, bir taşa konup manzarayı izlemenin tadını çıkarırız. Çığlık çığlığa şarkılar akar içimizden, martı kanatlarında havalanıp sevgiliye doğru yolculuğa çıkar gönüllerimiz. Bazen de, bir omuza yaslanıp sessizce ağlar dertleşiriz denizle ve dostla. İçimizde biriken yağmur damlalarını bırakırız köpük aralarına. Dalgalar ayaklarımızı okşar bazen, saçlarımızda seven eller dolaşır. Sıcacık, eşsizdir o anlar. İmbat estikçe, saçları gezinir yüzünüzde. Bazen de, sizinkiler başka bir yüzde. Küçük bir öpücük eşlik eder imbata, dudaktan kalbe akar deniz köpüklerindeki aşk. Kuşlar gibi özgür olur o an seven yürekler ve elele bulutlara çıkarlar. Dalgaların dansını bulutlardan izlemenin tadına varırlar sessizce. Konuşmazlar ama bilirler sessiz kelimelerin neler olduğunu. Gözler konuşur, yürekler dokunur ve ruhlar sevişir bulutlarda.

Küçük bir deniz köpüğünde saklı aşk. Biri bana, biri sana, biri de aşkımıza…

Mavisihir

25 Aralık 2009 Cuma

SONLARIN BAŞLANGICI

Herşeye yeniden başlamak,
Yorar mı insanı böyle?
Herşeyi yeniden sevmek,
Dokunur mu hep bam teline?
İnce sızılara gark oldu gitti,
Yürek,dil ve el.

Uzun bir sicim oldu hayat
Aşk düğüm tam orta yerinde
Ucunu buldum yolda giderken
Çektim, çektim, hep çektim…

Çıkmaz yollara saldım geceleri
Egenin sol yüzünden esti anılar
Sağ yüzünde ben geçmiş oldum
Geçmiş oluşumla
Sen son buldun
Sonlar yorarmış insanı
Bir de sonların başlangıcı


Mavisihir

16 Aralık 2009 Çarşamba

CEPLERİMDEN SANA ARTA KALANLAR

İnsanın gidebileceği en son nokta nedir? Hiç düşündün mü bunu? Sabır, sevgi, merhamet ve aşk, daha saymadığım pek çok şey için en son nokta. Benim bu günlerde tüm algımla yöneldiğim şey, sabır. Hayata, kızgınlıklara, kırgınlıklara, sevgiye,aşka ve yalnızlaşmaya karşı sabır. Biteceğine yakın dellenecek bir yürek benimkisi. Sağı solu ayırmadan, baltaları salayacak bir yürek. Önüne gelen her şeyi bir çırpıda biçecek bir yürek. Kocaman ve keskin bir kılıç sanki ellerim ve şu an elimde olan kalem. Herşeyi devam ettirecek veya bir göz kırpımı zamanda, kesip atıverecek. Hiç durmadan derin derin nefes almaktayım şimdi. İçimi yakan pek çok şeyi, bir kenara yığıp bekletmekteyim. Bir taraftan da sormaktayım kendime.

“Ben neredeyim?”

Oradayım ya da burada. Aslında herkesin bildiği gibi paramparçayım. Herkesin bildiği ama senin görmediğin bir şey bu. Gözlerini kendinden çevirip, bana bir baksan diyorum. Kısacık olan bu hayatın bir yerlerinde, bir köşede sadece bana ait olacak yaşanmışlıkların olsa diyorum. Sadece, diyorum…Haykıramıyorum, seni elinden tutup çekemiyorum. Belki de çekebilecek gücüm varken, senin ellerini ceplerinden çıkacaklara vermen yüzünden. Neyse…

Madem hayatı ceplerimizde yaşamaya devam edeceğiz, ben de kendime çeviriyorum yüzümü. Yalnızken, cam bir fanusa benzettiğim hayatımın ceplerine bakıyorum şimdi. Ellerimde geçmiş, anılar ve geleceğe uzanan rengarenk ipler var. Hangisini tutup çekeceğimi düşünüyorum. Kaleme ve bana rengini veren maviye takılıyor gözlerim. Ya gökyüzü ya da beyaz köpüklü dalgalarla oyalanmış deniz çıkacak sonunda. “Hangisi olsa, razıyım” diyorum. Razıyım ya, neden şaşırdın? Bunca zaman sana razı olmadım mı ben? Şimdi de geldiğim yere, maviye razıyım işte. Ne çıkar bundan? Aslında öyle çok şey çıkar ki… Bakmak ve görmek farkıyla mavi ipin ucundakileri yaşamak, en başta.

Cebimden çıkanlara bir daha bakıyorum. Özlem, bekleyişler, sabır, sabır, sabır… Kızıyorum kendime. “ Beklediğin kadar, bekleniyor musun?” diye soruyor omuzumdan mavi kuş. Cevabı bilmiyorum, mahçup bakışlarımı indiriyorum yere. Yine sınavı geçemedim görüyor musun? Ceplerime ne kadar boş şeyler doldurmuşum.Hepsini boşaltmaya başlıyorum. Ben elimdekileri atarken bir sepete, bir el yeniden dolduruyor ceplerimi. O el benim elim değil. Ağırlık arttıkça, yeniden kızıyorum kendime.” Haydi artık, kurtul şunlardan. Kendini sevmeyi bırakıyorsun.” Diyorum…

Kendimi nasıl seviyordum ben? Her yandan ateş altındayken, gülümseyecek kadar seviyordum. Seni nasıl seviyordum? Ruhumu avuçlarında bırakıp, senin etrafında pervane olacak kadar seviyordum. Ya şimdi? Şimdi, ruhum isyanlara çıktı biliyor musun? Avuçlarına bıraktığım ruhumu bir kenarda unuttun ve kırıldı. Sensiz, yalnız, ruhsuz bıraktın sana emanet ettiklerimi. Ellerini tamamen çek bari de, gideyim. Gideyim, geri dönmeleri askıya alarak gideyim. Gitmelerin unuttuğum tadını hatırlasın yüreğim. Gitmelerin soğukluğunu hissetsin bedenim. Ne kadar kısa sürdü değil mi? Oysa ben, gelmelerin tadına henüz varmamışken son dönmeçten geçtim. Olmamalıydı…

Ceplerimden çıkanları değil de, seni bırakıp gitmekti yaptığım aslında. Seni, seni bulduğum yerde bırakıp geri dönmekti. Yola bildiğim gibi devam etmekti. Ceplerimi yeni bir hayatla doldurmaktı. Bu kez, kendimi hayatın ceplerine koyacağıma, hayatı benim ceplerime sığdırmaktı. En zor veda… Gidebilirsem eğer, ceplerindekileri yeniden koy yerine. Gözlerini de beraberinde sakla ceplerine. Görmesinler beni, kulakların şarkılarımı duymasın. Bir duvar olsun dünya. Ben tarafı mavi, sen tarafı da ceplerimden sana arta kalanlar…

Mavisihir

Ceplerimi boşalttım bu gün sesini duyduğumda…

10 Aralık 2009 Perşembe

ÜÇ KELİMELİK MASAL

Kimi zaman yokluk çeker bu gönül
Kimi zaman dolar taşar
Duygular düğüm olur
Gelir dilin ucuna
Ansızın eser bir yalnızlık rüzgarı
Savrulur ıssız yürekler
Ruhuna bir veda bırakır
Gecenin yağmur damlaları
Cama birbiri ardına vurur
İki kuş, sevdalarını nakşederler

Parmağını uzatır
Bir resim çizersin cama
Yağmuru güneş kovalar
Silinir camdaki anıların
Gün geceyi kovalar
Yokluk bedenimi

Yorgunum
Yalnızım
Issızım
Dilimde üç kelimelik bir masal
Şarkım başladı
Gitmeliyim …


Mavisihir

4 Aralık 2009 Cuma

KÜÇÜK SAVAŞÇILAR




Küçük bir omuz

Boş bakan gözler

Aslında tükenmeye an kala

Tutunmuş küçük eller

Hayat zalim

Hayat zor

Yürek çığlık atıyor

Eller parmaklıklarda

Dünyanın en zor hapisliği

Savaş

Kan dök

Uçurumdan bak dünyaya

Ve hayata

Yalancı bir zafer meşalesi yansın

Küçük eller uzansın yaşama

Gün gelsin

Bitti dedikleri kabus

Yeniden sarsın geceyi

Uykular karışsın çığlıklara

Gözyaşları dökülsün kağıtlara

Küçük bir el

Küçük bir yürek

Öyle bakma bana

Gidemiyorum senin hüznünden

Mavisihir

Lösemiyle savaşan tüm çocuklara…


KÜÇÜK HAYATLARDA BÜYÜK ACILAR

Otobüs kalkmadan on dakika önce yetiştim acentaya. Bu yolculuğun aslında pek çok şey öğreteceğini kimse bilemezdi. Çocuk usulca geldi koridordan, önümde durdu. Bir şey soracak gibiydi, bir taraftan da bana bakmak istemiyordu. Ağzını ve burnunu kapatan çift maskeyi gördüm. Hastaydı bu küçücük hayat. Yaşadıklarını anladığımı nasıl söyleyebilirdim ona, yan koltuğumda oturacaktı. Kalktım, yavaşça geçti oturdu. Annesini sordum var, “Var” dedi usulca. Canı çok yanıyordu biliyordum, beş ya da altı yaşlarındaydı bu küçük eller. Gözyaşlarım geldi, konuşlandı göz pınarlarıma.Yorgun gözleriyle camdan dışarıyı izlerken çok şey anlatıyordu aslında. “Hiç sorma, hiç dokunma, incitme beni, kırılgan bir kristal parçasıyım ben. İşte bu yüzden, bakma bile” diyordu sanki o sessizliğiyle.Sustum, arada bakıyordum. Annesi gelene kadar hala burada olduğundan emin olmam gerekiyordu.

Bizlerin arasında tuhaf bir bağ olduğuna inanıyorum ben. Birbirimize olan aitlik ve sahiplenme duygusunu anne ve evlat sevgisiyle eş tutuyorum. Oğlumdan hiç farkı yoktu o çocuğun benim için. Biliyordum ki, annesinin içi yanıyor, her an ağlıyor. Yavrusu gözlerinin önünde acı çekiyor, eriyor.Çaresizliğine isyan ediyor. Biliyor musunuz o an, insan herşeyin varlığından şüphe ediyor ve inkarın eşiğine geliyor. Annenin yerine koydum kendimi, yüreğime dayanılmayacak bir ateş saplandı. Bu tıpkı hastalığımı öğrendiğimde, yavrumu bensiz bırakabilme ihtimalimin olduğunu düşündüğüm zaman içimi yakan ateşti. Dayanamadım o noktadan sonra, içimdeki sel azad etti kendini.

ALL ( Akut Lenfoblastik Lösemi ) imiş meğer, off Allah’ım nasıl dayanıyor? Yakın zamanda geride bıraktığım anıları yaşadım birden. İlaçlar, ağrılar, halsizlikler, gülümsemeye halin olmuyor, olsa da gülmeni gerektiren neden de yok zaten. “Ben bu kadar etkilendim kocaman insanken, o küçücük bedeniyle nasıl savaşıyor?” diye soruyordum.”Allah’ım ona yardım et, şifa ver. Sabretmesine yardım et. Elimden gelen bir şey olsa o an vermeye hazırdım, sadece onun gözyaşları dinsin diye. Annesinin her dokunuşunda “ Anne çok ağrıyor, dokunma.Ben böyle rahatım” diyen sesini, ağlayışlarını ve yarı ayakta, yarı oturmuş halini unutmayacağım. Önünde ne kadar yaşamı kaldıysa, hayatına damga vuracak bu günlerin hastanede geçeceğini biliyor muydu acaba? Ne kadar zor ve uzun bir yola girmişti? Küçücük yüreğine, tazecik belleğine yerleşen anılara ve acılara baktıkça, ona baktıkça ağlamaktan kendimi alamadım.İçim yandı. Yaşadıklarını biliyordum, onun yerine koyuyordum kendimi. İzlemekle yaşamak çok farklı şeyler.Bunu ne kadar anlatsam da yeterli olmayacağını biliyorum. Çocukluğundan, oyunlardan, arkadaşlarından, koşmakta, zıplamaktan mahrum kalıyordu.

Bu mahkumiyetliğin ne menem bir şey olduğunu yaşamayan bilemez. “Kendinizi onun ya da kansere yakalanan herhangi birinin yerine koyun” diyeceğim, o da olmaz. Bu öyle bir nokta ki, ya uçurumdan aşağıya düşersiniz ya da geri döner kanlı bir savaş verir yola devam edersiniz. Savaşı kazanmak da var, kaybetmek de.Savaşırken yalnız olacağınızı da unutmayın. Biliyor musunuz? O an olduğunda kişinin kendisinden başka hiç kimse ona yardım edemez. İnsan öyle bir varlık ki, bencilliklerden, heveslerden ve menfaatlerden sıyrılıp arınmak mümkün olmuyor.

Küçücük hayatların yaşadığı bu büyük acılarla yüzleşmek…Elini uzatmak istiyorsun ama kırılacak diye korkuyorsun. Sanki, dokunsan cam parçacıkları gibi yerlere dökülecek. Türlü düşüncelere dalarak, sessizce ağlayarak yolculuk bitti. Küçük bedenini koltuğa kıvırmış, annesinin dizlerine yorgun başını koyup uykuya dalmış. Rüyalarına meleklerin koruyuculuk yaptığını düşündüm, küçük yorgun gözlerine hayali öpücükler kondurdum.
“Küçük can, sen ağlama emi!...Bir anı olsun bunlar defterinde, uzun, sağlıklı bir ömür olsun sana en güzel hediye.Bir sabah güneşe uyan, bu güneş hiç batmasın”

Tüm bu ağır yaşamı çok iyi anladığını ben de biliyordum. Acıların neden olduğunu, annesinin ondan saklamak için hep gözyaşlarını içine akıttığını, onsuz kalmayı düşünemeye bile dayanamadığını, canını isteseler vereceğini, geceleri o uyurken uzun uzun onu izlediğini, bir gün yitip giderlerse gözlerinde kalan resmin hiç silinmeyecek kadar koyu olmasını dilediğini, herşeyi bildiğini gözlerinden anlıyordum. Küçük ellerinde birazcık güç olsa…

Artık dilim de , kalemim de konuşamıyor. Yine söz bitti…


Mavisihir