BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

20 Mayıs 2010 Perşembe

HER NE İSE DİLİNİN UCUNDAKİ, KULAKLARIMA DÜŞÜR ONU





Canhıraş kavgaların içine mi doğmuştuk gerçekten? Yaşamaya başladıktan sonraki cezamız mıydı bu kavgalar? Bilmiyorum. Tüm cevaplarım dipsiz kuyuların içinde kalmış gibiydi sanki o gece. Suçluluklarımın ve zaferlerimin kavgası beni de ezip geçmişti. Acıyordum. Kanıyordum için için. Gözyaşlarımın selinde boğuldu tüm çiçeklerim.


Nefes alamamak, yaşama veda etmek… Neden? Neden böyleydi seni yaşamak ya da sensiz ölmek? Haydi susma! Bir kelimelik cevaplarından birini söyle bana şimdi. Her ne ise dilinin ucundaki, kulaklarıma düşür onu. İstersen gözlerime bırak. Aşk de, veda de, hatta cesaretsizliğinle boyadığın usul elvedalarından birini söyle bana.


Boğazımdaki düğüm dimağıma kondu sanki o gece. Sokağı izlemeye başladığımda gün batıyordu egenin ufkunda. Rüyam bittiğinde ise, gecenin zifiri karanlığı bulaşmıştı gözlerimle cama tutunmuş ellerime. Nedense ben hep siyahlara boyanır oldum artık. Beyaz rüyaların içinde bile siyahlığımla geziyor, yollara akıtıyor ve güneşi karartıyordum. Belki de, hepsini sen yapıyordun. Belki de senin bana bıraktığın bir mirası yaşıyordum o geceden beri.


O güne dek, gözümden düşen her damlada sen geri gelmiştin. Biliyordum, görsen yine geri döneceğini. Yok… Olmazdı, olmamalıydı bu kez. Son defa ve adam gibi gitmeliydin. Dünyam bana kalmalıydı. Pencerenin önünde gecen katran karası gecelerde beklemeyi istemiyordum. Kader… Kendimi bırakmamı söylediğim kaderimde sen yoktun. Görmüyordum seni gönül fallarımda. Görmüyordum seni rüyalarımda.


Bitmiştin… Bitmiştik…


Hüzne akan gözyaşlarım kurumuş, susadıkça anlıyorum şimdi. İçime akıyor artık, mutlu oldukça. Mutluluk… Uzak ülkelerden doğmuş bir rüzgâr gibi sıyırıp geçiyor saçlarımı. Olsun… Bunca zamandır çok özledim o esintileri. Yüreğimi serinletsin diye bağrımı açıyorum şimdi. Savuracağı gün gelecek biliyorum.


Zaman zaman oturup o acıtan, yıkan kavgaları düşünüyorum. İnsan olmayı hazmedemediğimiz anları ve ihanetleri okuyorum anılardan. Zaman geçtikçe acıtmıyor/muş ya da yaralar sarılıyormuş. Hain bakışların izleri silinmiyor sadece. Gözlere mıhlanıp kalan anlardan hesap soruyor insan o an geldiğinde. O gözleri çıkarıp, yerine emanet bir hayatı koyası geliyor bu anı mahkûmlarının.


Umduklarının ve bulduklarının savaşını ya da oyunlarını izlemeye başlıyorsun. Hayatın sunduğu savaş ve oyunların aynı ceplerden çıktıklarını görüyorsun. Neyi ne için yaşadığını sorgulaman gerekirken, ansızın içinde beliren bir boş vermişlikle sırtını dönüp gidiyorsun. Ne geçmiş ne de gelecek diziliyor kaldırım taşlarında. Salt kendin, salt yüreğin, salt acıların, sadece SEN yürüyorsun bir başına.


Böyle bir ana düşeli ne kadar oldu bilmiyorum ama işte ben tam oradayım şimdi. En büyük boş vermişliğimi yaşamaya başladım. Başka bir şeylerin hükmü sürüyor içimde ve dışımda. Değişmeyen tek şey gecelerin katran karası rengi ve boz bulanık anılar. Artık üzerime bulaşmıyor senden kalan renkler. Pencereden sokağı ve güneşin egeye gömülmesini izlemeyeli çok oldu.


Sonların, vedaların başladığı zamanları yaşadık. Şimdi sırada boş verdiğimiz her şeyin nefes alışını izlemek var. Diğer penceredeki gün doğumuyla uyanmak için değişti hayatlarımız. Yüzlerimizi çevirelim ki, güneş yıkasın gözlerimize konuşlanmış izleri. Bakışlarımız yenilenmeli bu sessiz vedaların ardından gelen gün doğumlarında…


Mavi sihir

0 yorum: