BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

23 Aralık 2010 Perşembe

KURTULDUK MU ŞİMDİ?




KURTULDUK MU ŞİMDİ?



Deli bir boran geçti üzerimizden

Savurdu

Dağıttı

Ayırdı



Yanı başımızdan bir nehir aktı

Yağmurlarımızla taştı

Alıp götürdü

Bizi bizden



Unuttuk!

Acıları gömdük kara toprağa

Kurtulduk!

Ya da kandırdık kendimizi



Güneş doğdu

Kurudu toprak

Aydınlandı karanlıklar


Ve biz

Kalakaldık sırtımızdaki günahlarla



Kurtulduk mu şimdi?



Mavisihir

13 Aralık 2010 Pazartesi

AŞKA DAİR ŞİZOFRENİK SÖYLEMLER-5




Ne zordur bir aşkı ruha kabul ettirebilmek. Oysa bilseydi aşkın onun şizofren hali olduğunu, sıkıca sarıp sarmalardı belki…


Sararmış sayfaların arasında kalmış dostlarınızı alırsınız karşınıza zaman zaman ve derin bir sohbetin tam ortasına dalıverirsiniz. Buhranlarınızı, sırlarınızı, bazen de aşklarınızı anlatırsınız. Bir kadının boynunda hayat bulan inci dizileri gibi özenle hazırlarsınız yaşanmışlıklarınızı. Anlatırsınız, susarsınız. Sessizce dinler dost…


Haykırışlarınızın tümünün tek bir nedeni olduğunu, kendiniz bile bilmezken; dost, gözlerinizden okur. Pişmanlıklarınız, zaferleriniz, gidenleriniz ve sizin gidiş hikâyeleriniz dile gelir sessizce. Özlemin ve aşkın kokusunun her yeri sardığı bir odada, hapsolursunuz.


Ayrılık rüzgârının gelip de, sizin yüreğinizdeki çanları çalmaya başladığı günlere gidersiniz yavaşça ve yeniden kanamaya başlar bir yanınız. Kiminin yüreği, kiminin gözleri ağlar gidişlerde. Kiminin de sesi kısılır, ebedi bir duymazlığa doğurur günleri yaşanmışlıkları.


“Gitmeseydin keşke. En kötü halinle özledim seni…”


Cümlelerinize bıçağı saplar ve konuşursunuz son iki cümlenizle. O’suz yaşayamadığınızı duyar yalnızlığınız. Hâlbuki hep saklıdır bu haliniz. Kendi krizlerinizi bile yok saydığınız bir aşkın, hastalıksız olduğunu iddia ettiğinizi duyar gibiyim.


Dürüst olun!


Siz aşkın hangi hastalıklı halindesiniz? Hangi ağaca kazıdınız baş harfini? Hangi sokakta, hangi köşe başında “O” öptü diye, dudaklarınıza dokundunuz bir kez daha? Ve ilk ağlayışınızı hangi yastıkla paylaştınız?



Sakın, O’nun yastığı olmasın?

Mavisihir

2 Aralık 2010 Perşembe

KAYBETTİM DELİBOZUK HALLERİMİ




Bırakın şu yalan gülüşlerinizi

Terk edin üzerinize takındığınız

Fani görüntüleri

Hanginiz daha çok sevdi?

Hanginiz ölüme dek tuttu bir eli?

Hanginiz korkmadı kendinden?

Hanginiz dindirdi aşka olan susuzluğunu?

Hanginiz bir yüreğin yarasına bastı ellerini?

Hanginiz bir ruha eş oldu?


Hiç biriniz…

Hiç birimiz…


Yoksa işimiz ne bu satırların arasında?

Gözlerimiz neden hala pencerenin dışında?

Ya da, niçin kulak kabartıyoruz ayak seslerine?

Yalnızlığımızı delse biri diye,

Neden can atıyoruz hâlâ?


Bildiğim tek bir şey var şimdi;

Kaybettim delibozuk hallerimi

Hükümsüzdür!


Mavisihir

27 Kasım 2010 Cumartesi

PUSUYA YATIRDIĞIM KELİMELERİM




Pusuya yatırdığım kelimelerimin savalı başlamalıydı artık. Ne zamandır suskunluğun karanlığında beslediğim tüm duygularımı, dökmeliydim birilerinin yüreklerine ve hafiflemeliydim. Sırtımdan attığım yükü, yollara yaymalıydım gelişi güzel. Gelişi güzel yaşamalıydım her şeyi. Biraz da, ben olduğumu unutarak çıkmalıydım savaş meydanlarına.

Verilen tüm sözleri bozmalıydım, aykırı bir ruh almalıydım kendime ruh pazarından. Ederi, ancak ben kadar olmalıydı her şeyin. Ben kadar yer kaplamalıydı dünya. Ben kadar yaşamalıydı herkes her şeyi. Herkes ben olmalıydı bir an bile olsa. Yüreklerine benim acım çöreklenmeliydi. Yangınlarımdan nasiplerini almalı ve gözlerine bulutlar yağmalıydı usul usul. Ağlamanın adı değişmeliydi ruh yağmurlarında ve her damlada biraz daha eksilmelilerdi onlar.

Sonunda bir ben kalmalıydım yine. Bir ben!

Maskeleri toplamalıydım birer birer. İnsanlar aynalarda kendi yüzlerini görmelilerdi artık. Silkelenmelilerdi hep birlikte. Ben değil, onlar yorulmalıydı bundan sonra. Koşmalılar, terlemeliler ve insan olmak için yarışa girmelilerdi.

İnsan olmak!

Ruh yağmurlarında arınmak, özlemler içinde yanmak, elini uzatıp her rüzgârda avucundan kayıp giden benliklerinin ardından yas tutmak, kaybolmalara ağıtlar yakmaktı. Bunca unutulmuş hasleti hatırlamaktı.

Birilerini kullanmadan sevmek, kendini kabul ettirmek için şeffaf olmak ne zormuş… İnsanlar, perdelerin arkasında konuşur olmuş artık birbirleriyle. Saçma sapan yaşantıların içinde, kardelenler açsın istemişler. Dağların, karların çiçeği kardelen, saflığın çiçeği kardelen, hiç açar mı sizlerin yalan yangınlarınızın ortasında?

Pusuya yatırdığım kelimelerim, şimdi savaş meydanına çıkma zamanı. Düşün peşime!

Mavisihir

19 Kasım 2010 Cuma

TUTSAKLIĞIN KELEPÇELERİNİ, KAĞITTAN DÜNYAMIZA İŞLEYEREK KIRIYORUZ



Bilinmezliklerle yaşamayı seviyordum belki. Sürekli gözlerimde soru işaretleriyle bakıyordum bana bakan diğer gözlere. “ Acaba sen misin?” der gibiydi hep sessiz sözcüklerim. Sessiz cevaplarımı alıyordum her seferinde.

“ Evet, benim. Aradığın yürek, özlediğin ruh, aslında senden eksilen ve sen olan her şey benim.”

Sen miydin?

Özlediğim, bilmeden beklediğim, sinemi iki dağ arasına sıkıştıran sen miydin?

Bilemezdim…

Sabah yeniden uyanacak insanlık güne, yeniden dolacak sokaklar ve herkes benim gibi mi bakacak acaba başka gözlere? Soru işaretlerin arkasına saklanmış anlamsızlıkları mı yakalayacağız birlikte? Ellerimizi bunun için mi birleştireceğiz? Bu ana dek yaşanmış tüm imkânsızlıkları mı aşacağız aniden? Yeni doğan güneşle birlikte, yeniden mi başlayacağız yaşamaya?

Issız kentlerde tutsak olduğumuz pencerelerde geçen ömrümüzü, değiştirelim şimdi başkalarının ömürleriyle. Değiştirip, bambaşka kimliklere bürünelim. Kalıplarımızdan çıkarak yaşayalım isyanlarımızı, sevdalarımızı, hatta yaslarımızı. Yitip gidenlerimizin ardından fenerler yakarak aydınlatalım yollarımızı. Her birinin sonuna, siyah kapılar koyalım. Bizim cehennemlerimize açılan kapıları ters çevirelim hatta. Değiştirelim aklınıza gelecek her şeyi.

Değiştirelim bu şehirleri…

Dingin denizlere sürelim sandallarımızı. Kâğıttan olsun evlerimiz, sandallarımız ve küreklerimiz. Maviyi deldikçe küreklerimiz, yazalım satır satır düşlerimizi. Seni, beni, bizi, herkesi anlatalım. Sır olmaktan çıksın her şey. “Tutsaklığın kelepçelerini, kâğıttan dünyamıza işleyerek kırıyoruz” diye haykıralım bir şarkıda. Dilimize pelesenk olmuş tüm cümleleri serbest bırakalım.

Saralım kâğıtlara kendimizi ve öyle saklayalım mum kokulu geceler için…

Mavisihir