BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

22 Nisan 2011 Cuma

SEVEN NE YAPMAZ?



Seven ne yapmaz?

Ne yapmaz ki? Dünyanın tüm yükünü alır da sırtına, ufacık bir “of!” bile çıkmaz ağzından. Sevdiğinin tüm zehrini, aşk şarabı diye içer kana kana.

Sever… Karşılıksız, düşünmeden, yüreğini sevdiğinin ayağının altına serecek kadar hem de. Yolları arşınlarken, şikâyet etmeyecek kadar sever. Ölüm kapıda beklerken, “ Seni her hücremle seviyorum” diyecek kadar…

Bir canını bine bölüp,sevgilinin saçının her teline bir tane takacak kadar sever. Telleri teker teker eline alıp, koklayarak öpecek kadar sever. Sever işte…

Dünyanın fani bakışlarıyla değil, gözün göremeyeceği, yüreğinin içine O’nun yüreğini alıp, O olabilecek kadar sever. İçtiği suda, aldığı nefeste, konuştuğu her kelimede, durmadan sevgilinin adını zikredecek kadar sever. Tanrı’dan sonra, sadece onun için yaşayacak kadar…

Seven, her şeyi yapar. Her şeyi, sevginin adı altında toplayarak hem de. Bir damla gözyaşında, okyanusu görebilecek kadar sever. Sevgilinin gözlerinde, yaşamı bulup, yine aynı yerde yitirecek kadar dalar aşkın içine. Sevgili olmadan aldığı soluğu anlamsızlaştıran her şeyden, kendini men edecek kadar sever.

Sevginin yükünden bir gün bile erinmez seven. Bir gün bile gelip,” Bu kez de sen bana doğru gel” demeyecek kadar sever. Sevgiliye verilen her anın, Tanrı’nın ona en büyük hediyesi olarak görecektir çünkü. Hiç şikâyet etmez, hiç yüksünmez aşkı yüreğinde, sırtında taşımaktan.

Sevgilin bir kelimesi ile sarhoş olur seven insan. O’ndan daha değerli ne vardır ki yaşamda? Kıymetlisini alıp, yüreğinde taşımanın tadına doyamaz seven. Beyaz kefenle buluşana dek, sevgiyi sevmeyi de öğrenmiştir çünkü.

Sevmek…

Bizlere en zor gelen şey belki de. Eskiden yaşanan sevdaların tadını bilmiyoruz, şarkılarını dinlemekle de öğrenemiyoruz. Şimdi, zamanın nankör akışına kapılmış, sevmeden yaşıyoruz. Sevemiyoruz…

Sevgisizliğimizin koluna bir de güvensizliği takmış yürüyoruz taş kaldırımlarda. Kim sevsin bizi? Biz kimleri sevelim? Sevgisizlik denizinde boğulurken, hangi uzatılmayan eli tutalım?

Bilmiyorum gerçekten… Kandırıyoruz kendimizi, bazen herkesi. İnsan olan varlığın sevgiye ihtiyacı var. “ Seven ne yapmaz?” Şarkıyı açın şimdi, dinleyin. Düşündünüz mü? Şimdi ben soruyorum size.

Seven ne yapmaz?

Mavisihir

20 Nisan 2011 Çarşamba

KUSURUMA BAKMA...

Çok olmadı senden gideli.

Böyle bir yağmurlu geceydi yine.

Gözyaşlarımızın karıştığı

Bir sokak kaldı hatıramda.

İlk kez ağladığını görmüştüm,

İlk kez ve benim için…

Bir daha da olmadı zaten.


Düşündüm…

Yağmuru,

Seni,

Beni,

Gidişimi…


Oysa…

Dedim.

Keşke…

Dedim.

Konuştum yine

Kendi kendime…


Söylenen ve saklanan

O kadar çok cümle vardı ki…

Saymadım.


O yağmurlu gece olduğu gibi

Ağladım…

Anılarımı aldım kucağıma,

Dertleştim

Anlattım özlediğimi.

Dinliyorlardı beni,

Sanki masal anlatıyormuşum gibi.


Seni anlatıyordum ben,

Her zamanki gibi…

“O” diyordum

“O sevdi beni, biliyorum”

Her cümlemin ardından,

Bunu tekrarlıyordum.


Gidişimin nakaratı,

Yağmurla gözyaşının dansı,

Neyse…


Kusuruma bakma…

Her yağmurda,

Böyleyim ben.

Sakın üzülme emi?

Geçer,

Gittiğim gün olduğu gibi…



Mavisihir






17 Nisan 2011 Pazar

KAÇTIĞIM RESİMLERLE YÜZLEŞMEK, YAŞLANDIRIYOR BENİ




Hüzün, en güzel giysisini giydirdi gözlerime. Yeşil, yalnızlığın koyuluğunu aldı ve öyle baktı. Övgüler aldı baktıkça, hayranlık dolu bakışlarla çakıştı. Kaçmaya yeltendi bazen her şeyden ama yakalandı. Gözler nefes alır mı? Benimkiler soluksuz kaldı bazen.

An oldu, yazdım mektuplarımı sessizce. Martı kanatlarında mavi egenin üzerinde yolculuğa çıkardım. Aynı cümleleri kurmadı kalemim. Her satırına ayrı bir gözyaşı eşlik etti. Hüznün bana en masum hediyesiydi onlar. Sana verilecek ödül/ceza, ne olmalıydı mektuplardan başka? Martılar, içten içe kızıyorlardı bana, biliyorum. Ben yine de, onları sana gönderiyordum mektuplarımla.

Islaktı, kâğıtlar. Getirirken benimkilerin üzerine, martılar da ağlamışlar. Kusura bakma!

Gittin…

Kimsesiz kalacağımı, yalnızlığın rengine bürünen hüznün üzerime çökeceğini bile bile gittin. Öfke rüzgârlarını üzerime salarak, sensizliği bana acıta acıta yaşatarak hem de. Yoksun…

Yüreğime giydirdiğin yokluğunun elbisesini çıkartıp atmaya niyetleniyorum. Kilitlerini açmam gerekiyor tek tek. Yoruluyorum, terliyorum. Avuçlarım kaymaya başlıyor. Farkına vardığımda, çoktan düşüyor oluyorum. Yer yer, yüzünün resmedildiği bir uçurum oluveriyor rüyalarım. Gece olduğunda, korkuyorum. Kaçtığım resimlerle yüzleşmek, yaşlandırıyor beni.

Alnımda oluşan çizgilere yerleştiğini es geçiyorum hep. Unutkanlık numarası yapıyorum kendime. Saklanıyorum… İncecik perdeler asıyorum her yana, onların arasından dolanıyorum ki, kimseler anlamasın korkaklığımı. Senden de saklanıyorum.

Ardım sıra dolaşan, yerlere saçılmış geçmişimi toplamaya başlıyorum. Bencilce, kollarını birbirine kenetlemiş köşede beni izliyorsun. Hüzün giymiş ama öfkeyle yanan bakışlarımı dikiyorum. Korkuyor olmama rağmen, sana rağmen yürüyorum üzerine. Şaşkınlığını öyle kazımak istiyorum ki belleğime, bir daha seni özlememem gerektiğini kendime her an hatırlatmalı.

Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmuyorum aslında. Her ne kadar saklasam da kendimden bile, her gün tozunu alıyor gibiyim anıların. Can kırıklarımı, akan gözyaşlarımı biriktiriyorum bir köşede. Zamanı geldiğinde yüzüne fırlatabileceğim kadar, elimin altında her şey.

Bitti söyleyeceklerim. Seni dinlerdim vaktim olsaydı. Hemen gitmeliyim, bekliyor kapıda. Çeyrek zaman sonra, aşk kalkıyor limandan. Son yarım kalan bir işim var, seni sileceğim gözlerimden…

Mavisihir