BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

27 Kasım 2012 Salı

Yüklen Tüm Şiirlerini

Geceye dip not düşüyorum yokluğunu. İliştiriyorum seni tüm yalnızlıklara. Terketsem seni, ağlıyorsun mızıkçı bir çocuk edası takınıp. Alsam yanıma, yakıyorsun parmak uçlarımı. Dokundukça yüreğine, kapkara bir ihanet sürüyorsun gözlerine.

"Yapma!
Kırma, sana uzanan parmakları. Avucumdaki çiçeğe bir yudum su olsun gözyaşın."

Neyse, unut dediklerimi. Kal orada!

Ruhunu askıya almış bir adam, üstü kalan acıların faturasına imzalı bir kadın. Hangimiz, hangisi?

Dokunulası bir yüz olsan, ellerim değmez dudaklarına. Dudağının kenarına konmuş gamzende birikir ihanetin karası. Geceye asılmış bir anı, gölgesi düşen bir...

"Hayalet" demeliyim belki...

Gitmeme izin ver. Çıkıp, çekmeliyim kapıyı ardımdan. Zimmetine aldığın tüm gecelerden sıyrılmalıyım.

Ya da sen git!

Geceden, günden hatta içimden de çık git. Kovuyorum seni, çok ama son kez...

Sildikçe yeniden doğan hatıralarına inat, unutmalı seni. Hatta, sevmeleri de kaldırıp atmalı yürekten. Ne varsa geride kalan, yürürlükten kaldırmalı. Sen zamanlarında kondu senli hayatın notları, şimdi yok olmalı...

Ne kalem yazmalı adını, ne düşünmeli akıl.

Sanki hiç yaşanmamış, hiç doğmamış, hiç sevmemiş gibi...
Sevilmemiş gibi...

Yıkıp döken bir sel, almalı her şeyi. Sana, bana ve bize dair her şeyi...

Acaba var mıydı?

Yani bize dair olanı...

Git hadi!
Yüklen tüm şiirlerini, "ben" gibi susarak git şimdi...
 
Funda Kocaevli



24 Kasım 2012 Cumartesi

Sevgili, Azıcık Bak Gözlerime Ve Bizi Hatırla


Gece kör, ben sarhoşum. Anılar boz bulanık belleğimde. Sen ise, adını koyamadığım acı bir anısın, ya da tadını unuttuğum şarap.

Defalarca söylediğim yalanlarıma inanıyorum artık. “Sevmiyorum” diye haykırıyorum yalnızlığımda. Evet, yalnızlığımda. Çünkü kimse duymuyor bu çığlıkları. Gerçek, gün gibi ortada…

Yalan haykırışların arasında bırakıp gittin beni sevgili…

Dilimin dönmediği cümleler kuruyorum rüyalarımda.  Çağrılar bırakıyorum düşlerine. Uykusuz geçecek gecelerde, zorla uyuyorum yüzüne olan hasretim yüzünden. Belki bir gün…

Belki, gelirsin…

Belki, sana olan körlüğüm geçer gelişinle. Gözlerimden geçecek bir ışık aydınlatır beni.  Yeniden “ışığım” diye seslenirim sana.

Belki yine, beraber seviniriz Perşembe gecelerinde…

Acıyor…
Acıdan daha başkasın sen. Kanıma karıştın o ilk bakışınla. Artık, en içime çöreklenen adsın…

Yüreğine değen bir nefes olmayı diledim şimdi.  Teninde gezinen bir damla terdeki tuz ya da…

Sevgili, azıcık bak gözlerime ve bizi hatırla…


Funda Kocaevli



23 Kasım 2012 Cuma

Senin Acın Eskimiyor Sevgili


İlintisiz, arkasında hiç kırıntı bırakmayan bir aşktı bizimkisi. Başka bir gözle bakıldığında da, ömür törpüsü.

Geçmişe bakınca, eksildiğini hissettiğin bir zaman örüntüsü yaşadık.
Yaşlandık...

"Canın yandıkça hatırla" dedin ya bana, ben artık onu da yapamıyorum. Öyle depremler oldu ki senin ardından, öncülerle artçıları karıştırır oldu hayat...

"Hayat" diyorum, çünkü ardında ondan başka kalan olmadı. Yalnızlığı koluna taktı hayat. Ebesi olmayan bir oyun içinde kaldım.

"Yaşıyor musun?" diye soruyorlar, bomboş bakıyormuşum sevgili. Gözlerimdeki manayı seninle yitirdiğimi nerden bilsin bu hayatın fanileri...

Varsın, nefes alırken ölenlerden olayım. Varsın, sevmeyi bilmeyenler arasında dolanayım.

Biliyor musun, her yan duvar burada. Yüreğim eskiyor, yaşlanıyor tenim. Ölüyorum galiba...

Şiirler okuyorum, bazen de...

Dilim varmıyor sensizliğin yangının derecesini söylemeye. Çıkmaz sokak gibi bir ketumluğun içinde kaldı dudaklarım. Sadece seni sayıklıyorum yalnızlığıma gömülüyken. Sadece sen!

Sen yokken, eskiyorum gelecek günlerimin eskileri içinde. Bahane arıyorum, seni rüyalarıma çağırmak için. Bazen geliyorsun, bazen de kokunu salıyorsun başucuma. Yetmiyor...

Kenarından küçük bir çengelle tutturulan bir sevda koyuyorsun önüme. Bilmiyor musun, benim "Ölüme kadar" dediğimi son nefesimde bile?

"Acılar da eskir" diyor gözlerimdeki karanlığı gören herkes. Eskimiyor, öğrendim.

Senin acın eskimiyor sevgili!

Anıların da, tazelemiyor artık nefesimi. Öyle kronikleştin ki içimde; gelecek olsan, geçmeyecek içimin ağrısı. Biliyorum...

Gelme en iyisi...


Funda Kocaevli


17 Kasım 2012 Cumartesi

Gel, Bitir Bu Ağrılı Sensizliği


Vurdun !
Yaraladın tam öbeğinden yüreğimi.
Evet, kanattın içerimi…

Buydu yıllardır içinde sakladığın hesap. Acımasızca acıtmaktı içimi, tek gayen.
Yaptın, yıktın, yaktın hatta…
Ellerine bak şimdi, kanım damlıyor parmak uçlarından. Tırnak diplerine giriyor, sızıyor ruhum çatlaklarından içeri.
Korkma, kalmaya niyetliyim…
Senin gidişin gibi olmayacak, benim ölümüm bile.
 Ellerinden ya!
Ziyanı yok o yüzden…

“Gitmek” , hiç söylemiyorum bunu biliyor musun? Her gidiş, aynı sen gibi kokuyor sevgilim.  Dayanamıyorum o zaman seni özlemeye. Gözlerinde uyanmadığımı bilmek, ağrıtıyor gözlerimi…
Uyumak istiyorum…
Sabahsız bir düş görüyorum gecelerimde.

Sensiz olan her şeye küstüm ben doğduğundan bu yana sevgili.  Aşk, ayrılık, rüya, şarkılara bile küstüm. Dedim ya, içinde senin olmadığın her şeye, bazen gökyüzüne bile…

O yüzdendir  gidişim. Özlemek de bitti şimdi, sensizlik de…
“Dön” demiştim sana, öldüresiye geleceğini bilsem de “dön” dedim işte. İçinde intikamla beslenmiş bir Azrail’le dön! Gel, bitir bu ağrılı sensizliği…


Funda Kocaevli



17 Eylül 2012 Pazartesi

Aşka Dair Şizofrenik Söylemler-11


     Ruhum olan bir eskici,  tanırdım eskiden. Ruhum olan ve aslında ruhsuz…
     Şarkı söylerdi, elinde gitarı salınırdı kapkara bir gecenin ucunda.  Çoğunlukla ıssızdı ya da ıssızlıkta kalmıştı…

     Öyleydi, böyleydi ama güzel gülümserdi be!

     Kara bir pencerenin ardındayken, çok da düşünmemiştim onun ruhsuz oluşunu. Seviverdim gülüşünü, benimsedim gözlerini.
     “Issızmış, ruhsuzmuş “ dediler.  Dinlemedim, hatta hiç istemedim dinlemeyi. Duyabildiğim, duymak istediğim sadece onun sesiydi…

     Aklıma düştü şimdi bir şarkısı… Gülümsedim…
     Ruhsuz ve ıssızdı belki ama benimdi. En güzeli de, “Ruhum!” derdi…

     Öyle bir söylerdi ki o kelimeyi, “başka birinin dudaklarına asla yakışmaz” diye düşünürdüm.  Yakıştırmazdım da… Kendim bile söylemeye çekinirdim hatta. O kelime, O’na çivilenmişti nazarımda…

    Kıyamazdı bana, biliyor musunuz?
    Ondan olmalı, gerisinde kalan karanlık çerçeve…

    Karanlık bir pencere kenarında beklerken, dışarıdan sızan bir yabancı oldu Ruhum.

     Aşk nedir?
     Ruh hastalığıdır demiştik değil mi? Ruhsuz biri bu hastalığa nasıl yakalanır sizce?

     Bence yakalanmaz.  Onların aşk dedikleri, karanlık bir yalan olmasın?

     Aşk, kendi başına insanı alabora eden bir muammayken,  ruhsuzların başkalarına ruh olmasını beklemek saçma…

     Bir insanı, gözlerinde ve gülüşünde sevme alışkanlığımı hala bırakamadım. Belki de, benim hastalığımın tedavi edilemeyecek tek belirtisidir bu.

     Her insan, bir dünyadır. Her insan yine başka bir insandan dünyasını vermesini bekler. Ruhuna can olacak bir sevgili ister.  Alacağı bir dünyanın karşılığında, dünyaları vermeye hazırdır ruh.

     Şizofrenik bile olsa Aşk’ı sever, arar, sorar,  tutup çeker ellerinden. Sevgilinin gülüşünü takip eder köşe bucak saklanıp. Ürkütüp kaçırmak istemez.
O gülüş var ya!  Dünyalar yığılsa önüne, tek bir tebessüme ölünür be!

   Neyse…
   Hala nefes alabildiğimize göre, farazi aşk derslerine gerek yok.

    Bir gün, bir yerde, ne renk olduğu çok da önemli olmayan bir çift göz, tebessümü başka bir dudaktan seyretmek istemeyeceğiniz bir yüz elbet bulacak sizi ve tam on ikiden vuracak…

   Sabır kelimesi korkutsa da bir şizofreni, bütün bunlar için azıcık gayret edilebilir değil mi?

   Ruh olmaya ve ruhlarımızı bulmaya koşuyoruz şimdi.
   3.2.1 fırla!

Funda Kocaevli


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Gün 24 Saat ve Ben 25.'yim...


         Seni sevmeye saatlerin yetmediği günleri yaşıyorum ben. Senden habersiz, senden uzakta, bir başınalığın soğuğu çöküyor ağustos gecelerinde.  Siyah en sevdiğim olup çıkıveriyor bir anda, çünkü sen gideli siyah bana çok yakışıyor…

       25. saati çekiyorum her güne ek olarak. Sadece seni yaşadığım bir saat hediye ediyorum kendime. Ben seni 25. saatte seviyorum en çok.  O zaman içime çöküyor sensizlik. Diğer saatlerim cezalı senden yana. Ne seni anıyorum onlarda, ne de sana bakıyorum. Sadece 25. saat!

        Çekiştirerek artırılmış bir saate sığan aşkımızdan geriye kalanım ben.  25. saatin sevdalısıyım, huzuruna geldim bir saat için. Günün herhangi bir yerinde doğabilirim gündüzüne ya da gecene. Ait olduğum bir nokta yok, takip ettiğim bir virgül de…

        Avare bir saatten ibaret bir aşkım ben. Artırılmış bir vaktin bekçisiyim. Sevmeye yetemeyen zamanın, ramak kala anlarında, cepten çıkartılıp kullanılacak bir zaman örgüsüyüm. Gün 24 saat ve ben 25.’yim.  Güne bile sığmayan bir hayalim.

        Sevgili,  eğreti durmuş sevdamı alıp sahiplenir misin?
        Yüreğimi tutar mısın enikonu avucuna alıp? Öyle, eğreti olsun diye değil, 25. saat gibi değil… Gün gibi, her sabah yüreğinin başucuna doğan güneş gibi, gecene ışık olan yıldız gibi…

        Doyurur musun beni seni sevmeye? Ne 24 ne 25 olayım seninle…

        Ben seninle tüm zamanları sarayım. Gözlerine, ellerine sinsin bakışlarım ve kokum.  Ya da duruversin zaman saat 25 olduğunda. Bitmesin, akmasın dakikalar. Azledilsin akreple yelkovan zamandan. Ya hiç gelmesin 24’ün ardındaki sensizlik günü, ya da sen dolu 25. saat olsun her vakit…

        Gün yine 24 saat ve ben 25. ‘yim…

Funda Kocaevli



10 Ağustos 2012 Cuma

Aşka Dair Şizofrenik Söylemler-10


     Çoğu zaman susarız, sevgiliye söylenmesi gereken her şeyi saklarız cebimizde. Çünkü kıskanmışızdır. Öyle kavurur ki içimizi kıskançlık, öyle merak ederiz ki bilmediğimiz şeyin ne olduğunu. Hâlbuki ortada ne fol vardır, ne de yumurta…

    Bize öğretilen” sevenin kıskandığıdır”. Tamam, güzel! Kıskanalım, hatta bizi de kıskansınlar. Yalnız boğmayalım, nefes alacak bir pencere bırakalım. Kıskandık diye, tutup sevgiliyi oyuncak yapmayalım. Kapatmayalım karanlık bir kutunun içine. Bırakalım, güneşi bizimle görsün. Hatta tutup elinden, çekiştirerek çıkaralım çatıya gün doğumlarını karşılamak için…

    Hatıra defterimize karaladığımız pek çok ihanet vardır satır aralarında. Bize göre, boşuna değildir kıskanmak. Güvenmek için yanıp tutuşan aklımıza, kapı aralığından verdiğimiz nasihatleri saklarız herkesten. Saklarız evet. “Güven” deyip atıp tutmak âdetimizdir halk arasında.

     Ne güzel dedik;   “Güven”
     Bizde bolca olan bir şey var bir de;   “Özgüven”
    
       Kendimize olan güvenimize tutunup, sevgililerimize güvenmeye çabalıyoruz. Aslında çabalamak da değil bu yaptığımız, resmen tırmalamak!

     Aşka tırnaklarımızı geçirip, onu avucumuzun içine aldığımızı sanarak kasıla kasıla ahkâm kesiyoruz boş odalarda. Kalabalıklaşan maziye, elimizin tersiyle şöyle dokunup geri çekiyoruz kendimizi.  Dürüst olmak lazım. Bu güne kadar erkekler için söylenen her şeyi, sadece onlara mal etmek haksızlık olacak bana göre. Zamane insanlarını düşününce, kadın- erkek ayırmadan herkesin alacak verecek derdinde olduğunu, kör ninem bile gördü.

     Biliyorum, şimdi herkes ellerine bakıyor. Boşlar değil mi? Ne aldıklarınızın izi var, ne de verdiklerinizin. Kaç kişiye, sadece “O” olduğu için sarıldınız ve soymadan, o gecenin sabahını aklınızdan geçirmeden?

      Kızmıyorum biliyor musunuz? İnsan işte!


     Kimse tek bir aşk için doğmuyor bu evrende.  Binlercesi içinden payımıza düşeni alıp, bir süreliğine onun ellerine bırakıyoruz kendimizi. Bazılarımız yüreklerini, bazılarımız ruhlarını, bazılarımız da aldanıp tenlerini yakıyorlar adı sanı belli olmayan yangınlarda…

       Arındıralım aşkı, geçmişin lekeli ihanetlerinden. Zaman, bize tekrarları yaşatmaya kalksa da, gelmeyelim oyuna. Yeni aşk, gelince kapıya diğer kapıları sıkıca kapatalım. Karanlığın isi sinmesin gelecek anlara.

      Biliyor musunuz? Bazen hiçbirimizin aşkı bilmediğini düşünüyorum. Tarif etmeye kalksak, binlerce aşk tarifi çıkacak. “Her usta başka türlü yapar ve başka sunar aşkı.”

     Başından beri, aşkın hastalıklı bir ruh hali olduğunu söyledim.  Her aşkın farklı sanrılarla ortaya çıkabileceğini yazdım. Gerçeklikten uzak olanından tutun, kuşkucu, hayalperest âşıklardan bahsettim. “Herkes, aslında kendi içindeki aşkı yaşar” da dedim sizlere.

      Zaman zaman, gelişinden sonra tek hükümdarın aşk olduğunu da söyledim. Sanıyorum, en akla yatkın olanı bu, onca sanrılı âşık hallerinden sonra…

   Aşk, aşk ve yine aşk!
   Onca aşkın içinden elbet biri vardır sizin dizlerinizi titreten ve hiç akıl edemeyeceğiniz yerlerde gezdiren.  Dönüp dolaşıp hep onda kalakaldığınız bir aşk hep vardır. Tektir, yektir ve vazgeçilmeyendir…

     İnsan bir kere âşık olmaz elbet ama bir tanesi var ki…

     Şimdi kaldırın kadehlerinizi!



Funda Kocaevli


28 Nisan 2012 Cumartesi

Aşkın Azrail'i Olacağım






      İçimden akan zehirdi bu gece gözyaşlarım. Damladığı yerde dağlanmış yaralar bıraktı yanaklarımda. Senin izinle doldu yüzüm, yüreğim. Günü seninle doldurarak yaşanmış bir aşk bırakıyorum ardımda giderken. Gitmek zormuş, sen bilmezsin bunu. Çünkü sen bana hiç gelmedin sevgili.

      Öfkemi yutuyorum bir yudum suyla. İçimdeki harlı sevginden daha büyük değil nefretim. Geçecek bir yıkılış öyküsü değildi bu son ayrılık. Gidip gidip yeniden gelmelere son verendi. Saklanmış anılara gebe kalmış bir geçmişi silendi. Sol yanımdaki sızı, bazen de bir damla gözyaşında arınacak kirli bir hatıra. Bir daha çağırmayacağım bir isimsin şimdi.

       İçimden söküp atmakla yetinmeyeceğim seni. İhanet ne emrediyorsa yüreğime, dibine kadar yapacağım hepsini. Acımadan acıtacağım gülen gözlerdeki ışıkları. Ateş böceklerini salacağım yüreklere her gece ve her gece başka bir canı alacağım yeryüzünden. Aşkın Azrail’i olacağım…

      Her depremden sonra, yeniden yapılır evler. Her çürüyen ağacın yerine, yeni bir fidan filizlenir kalan köklerinden. Ölen her aşkın ardından bir çivi saplarsın yüreğine. Çivi çiviyi sökermiş sevgilim, ben de seni kanatarak sökeceğim içimden.  Saklı gizli yapacağım tüm motiflerini geleceğin.

      Seni kâbuslarıma ortak edeceğim her gece. Kara bulutları salacağım üzerine dualarımla. Bensizliği yaşatacağım sana dibine kadar. Benli olduğun anları arayacaksın, gün ışığını karanlıklarına taşıyarak. Oysa ben, o zaman çoktan terk etmiş olacağım seni dört yanından.

      İzlerimi tırmalayacaksın her gün, tazeliğini korusun diye. Kimsesizliğinde acizce beni yaşamaya çalışacaksın ama nafile. Ben gittim sevgili, yıl oldu. Geçmiş ise bir tutam yalan oldu, köhne bir dolabın rafında.  Sesini kimse duymayacak o dehlizde ve sen de içinden öleceksin yavaş yavaş…

      Özür dilerim…
      Seni bundan daha az acıtamayacağım için. Kulağımdaki sesini unuttuğum için. Sevdalın olacakken, Azrail’in olduğum için…

Funda Kocaevli

17 Nisan 2012 Salı

Bir de Sen'i Gönder Bana





Hangi sevdanın demini alıyorsun? Hangi çiçeğe boyadın gözlerini? Hangi omuzda soluk alıyorsun?
Gidebildin mi sevgili? Doğruyu söyle...
Güneşi karşıladığımız onca sabahın ardından, kendini dipsiz bir bensizliğe mahkûm ettin mi?
Belki de, gönüllüsün. Kim bilir?
Gitmeye koyulmak kolay tabi.
Gerçekten gitmek, zor. Unutmak, zor...
Hatırında kalacak gülüşüm, biliyorum. Özlemesen de...
Özleyeceksin biliyorum, çünkü ben...
Ben seni çok özlüyorum...

Bende neyin kaldı, biliyor musun? Aslında nelerin demeliyim.
Gülüşün, hecelerin...
Kokun da kaldı saçlarımda. Adının anlamı kaldı bir de sevgili...
"Sen kaldın" diyeceğim. Ben gittim diyeceksin.
De...

Ben biliyorum ya, benden gitmediğini, gidemediğini. Sevmeye hevesindim ben senin. Gülüşünün kenarında konuşlanmış gamzende saklardın beni.

Hani, ellerimiz karışmıştı birbirine. Çözülmesin diye, düğümler atmıştık sıra sıra, sonra da gülmüştük birbirimizin gözlerinde. Kelimeler olmadan anlatırdık birbirimizi. Konuşmadan severdik…

Şimdi ben, bekliyorum. Seni beklemeyi de seviyorum ben, seni sevdiğim gibi. Gidemediğin yerlerden kokunu gönder bana. Saçlarıma sensizlik sindi sevgili. Bir de, bakışlarını gönder. Gözlerim ışıksız sen yokken.

Bir de, Sen’i gönder bana. Sen’sizim sevgili…


Funda Kocaevli

15 Ocak 2012 Pazar

Bir Aşk Düşmüş Gözlerine




Geceyi terk etmiş ay
Duydum ki,
Senin yüzündenmiş.
Bir yüreğe üflemişsin,
Soğuk bir buseyi.
Yeşili buğulandırmışsın,
Bir çift göz bebeğinde.
Gülen dudaklar susmuş birden.
Bir sevgiliyi küstürmüşsün,
Belli...


Düştü deme
Bir aşk düşmüş gözlerine...



Funda Kocaevli

8 Ocak 2012 Pazar

Seni Sevmem İçin, Kokun Kalmalı Üzerimde...




Kim bilir, belki de sustuklarım hata... Avazım çıktığınca bağırmak lazımdı belki... Korkak bir kedi gibi, saklanmaktı yaptığımız. Yağmur ıslatıyordu aşkımızı, yüreğime değiyordu birbirimizin gözyaşları...

Arınmaktan korkuyorduk biz. Temizlenip birbirimize ait olmaktan, inanmaktan kaçıyorduk. Yalanın yelesi savruluyordu ellerimizin arasında, rüzgar estikçe kokuyorduk, kokluyorduk...

Çok güzel kokuyordu yalan...
Sen çok güzel kokuyordun sevgili...

Ellerimde kaldı kokun. Sana ilk söylediğim cümleyi, hatırladığını biliyorum.

"Seni sevmem için, kokun kalmalı üzerimde..."

Kaldı sevgili, kaldı...
Hatta ben ondan önce sevdim seni...


Funda Kocaevli

2 Ocak 2012 Pazartesi

Kısaca; Sen Olmak İstedim, Azıcık da Ben...





Her acı iz bırakır insanın ruhunda ve bir parça da alır gider ,geçerken. Benim de çizgilerim var enine boyuna ve belki de beneklerim var ismimi işaretleyen. Bu umarsız kalabalık içinde kendimi kaybetmemi engelleyen hüzünlerim var. Üzerime geçirdiğim elbisenin, bin bir geceye karışan renkleriyle süslediğim gündüz düşlerim bir de…

Olursuz bir aşkın içinde kaybolduğum dünlerim var defterimde ve yarınlarımın umutsuzluğunu miras ediyorum geleceğe, evrene. Haykırışlarla beziyorum hayatı. Sessizliğimle mırıldanıyorum şarkılarımı. Sevdaya yazılmış her cümlenin altına bakıyorum istemeden. Taşları ayıklıyorum sokaklardan ve kendi yoluma atıyorum gelişi güzel. Sekerek gidiyorum yarınlarıma. Küçük çakılları, dehlizlere eş tutuyorum…

Ağlayışlarımı yuvarlıyorum sevgilime doğru. Huzura ve umuda susamışlığının bedelini ödemesini bekliyorum. Bekliyorum, çünkü…

Gerisi yok…

“Çünkü” lerin ardında kalmış bir aşkın gazisiyim ben. Bir gece ansısın çıkıp gelen, yine bir gecenin koynunda yiten bir aşkın gazisi…

Belki de, bir ölüyüm. Kendi mezarımın başında ağıtlar yakıyorum aşka. Karşıdan seyrediyorum yaşanmışlıkların sahnelediği oyunu. Perdenin kapandığı an biliyorum ki, ruhum arşa kavuşacak. O zaman gerçek bir gözyaşı akıtacağım yanaklarımdan. Dudağımın kenarından alacağım tuzlu tadını.

Ve belki o zaman dinecek aşka susuzluğum. Bir kucakta çocukça ağlamanın güzelliğini o zaman yaşayacağım belki…

Çoğu kez bellekte beliren ölüm hayaline, bir kez daha âşık olacağım. Ölümün yüzünün soğukluğundan değil, sana benzeyişinden sevgili tüm hevesim ve özlemim. Belki de, teşekkür etmeliyim gidişine. Belki de, ana-avrat sövmeliyim.
Bilsem…

Bir bilsem, sen geldiğinde kendimi nerde kaybettiğimi, gider alırdım geriye benliğimi ve teslim olduğum güne hesap sorardım tüm kötülüğümü giyinerek. Yakandan tutarak hesap sorardım sana. “Seni böyle sevmeye mahkûm edilecek, ne yaptım ben?”

Belki de ah etti bana birisi, belki de küçücük bir serçenin günahına girdim. Belki yol kenarındaki bir çiçeği ezdim bilmeden. Belki de, gözlerine senden daha ağır olan bir aşkı kondurdum düşünde.

Bilerek yapmadım bunları. Sadece…

Sadece, sevdim seni…

Bilir misin? Gündüzleri de düş gördüm ben sen yanımdayken. Gündüzleri de, gözlerimde sen vardın. Öylesine mıhladım ki seni bana, öylesine içtim ki seni …
Gecelerin aşkı ol diye sevmedim seni. Hayatıma gel istedim, dünyam ol istedim…

Kanadımdaki yaralarım seninle iyileşsin istedim. Çocuktum, saftım, inanmam gerekiyordu. Gündüz gördüğüm, gece korktuğum dünyaya ve hayata senin gördüğün gibi bakmak istedim. Kısaca; sen olmak istedim, azıcık da ben…

Geçti…
Bitti…

Tekrarlıyorum şimdi;
Her acı iz bırakır insanın ruhunda ve bir parça da alır gider ,geçerken. Benim de çizgilerim var enine boyuna ve belki de beneklerim var ismimi işaretleyen. Bu umarsız kalabalık içinde kendimi kaybetmemi engelleyen hüzünlerim var. Üzerime geçirdiğim elbisenin, bin bir geceye karışan renkleriyle süslediğim gündüz düşlerim bir de…

Funda Kocaevli