Diyemem ki...
Seni yok etmeye geldiğimi, seni kanatmaya ant içtiğimi, senin kanını sunaklarda biriktirmeye ve ayinlerime kurban etmeye geldiğimi diyemem ki...
Diyemedim...
Gittim, tüm pervasızlığımla...
Gittim tüm ayıplarımla...
Ve hatta ihanetlerimi de aldım sırtıma gittim.
Gittiğimde, sen geri de gözünden aktığını sandığım bir damla yaşla kucaklaştın sandım.
Kim bilir? Belki de sen benim için hiç ağlamadın.
Diyemem ki...
Ben bunların hiç birini yapmadım. Yapsaydım, sevemezdim seni anlattığın gibi. Sevemezdim seni, gözlerimde suretinle yaşayarak. Sevemezdim seni, ölüme ramak kala sana tutunarak.
Umutlar doğmaz, umutlar ölmez. Umut, var mı gerçekten? Yok… Umut denilen karanlık bir boşlukmuş, kandırmışlar tüm insanlığı ezelden beri. İçimizde yakılan mumları umut sanarak yaşadığımız onca yılın öcünü almalı şimdi umutsuzlukla.
Kim bilir? Belki de dönerim bir gün. Boş bıraktığım yerde konaklayan yangınların ortasına dalarım belki. Ben de yanarım, sen de yanarsın biraz. Belki, hala açsındır yanmaya. Belki hala susamışlığın vardır alevlerime… Olmayan umut mu bu cümleler?
Yalan… Umut yok, hiç olmadı. Kandırdılar bizi elma şekerleriyle. Kandırdılar bizi güneşle. Ay kaçmış, terk etmiş benim seni terk ettiğim gibi. Gecenin kalbini acıtmış, küstürmüş gündüze. Gece, bir daha doğmamaya yemin etmiş. Şimdi senin gökyüzüne bakıp da yıldızlarla resmimi çizdiğin geceler var ya, yalancı hepsi. Küskünlerin boş bıraktığı meydanlara çöreklenmiş birer kumarbaz, bu gece görüntülü karabasanlar. Bil ki, o yıldızlar da yalan.
Belki ben kadar, belki sen kadar yalan. Yarın toprak karşıladığında bizi, koca bir yalan olacak hayat. Belki ölüm bile yalan. Hani defalarca gittin ya ölüme, hani hep korkup vazgeçtin ve sadece izledin ya ölümü. İşte, sen de yalan oldun o zaman. Hiç yaşanmadın, yaşamadın bu ülkede. Hiç barınmadın yüreğimde. Ben ise, sende miydim eskiden? Bilmiyorum…
Ne kadar sende olduğumu ve ne kadar sen olduğumu bilmiyorum. Aşkla yandığım günlerimin, birleştiğinde ise yıllarımın ne kadarı yalan bilmiyorum. Aslında, ben yalanın ne olduğunu da bilmiyorum/dum. Ta ki, seni…
Bırak söylenmesin cümlenin devamı. Kalsın sıkıştığını yürek kıvrımlarında. Kalsın kaybolduğu dimağımda. Kalsın bende, kalsın ihanetlerimde. Senden gittiğimi sanıp da, seni gittiğim yerde aramalar ihanetse eğer…
Ben değilim O. Ben Sen’im aslında. Ellerin, gözlerin, göğüs kafesinde hapsolan kırlangıç, çırpınıyorum duy artık beni.
Umutlarımı doğmamış saydım. Doğmayan ölemez değil mi? Peki, mezar taşlarına konan kırlangıçlar kimler? Ben miyim? Sana hapsolmuşum, kanatlarım da fer yok. Gözlerim katran karası, ağlamaktan kan doldu içerim. Kan durdukça siyaha büründü. Sahte karanlık yaşatma bana. Yalancı geceyi salma üzerime intikam almak için.
Ben gittim diye hepsi, biliyorum. Bil ki, ben gitmek zorundaydım şimdiki gibi. Hani o küskün gece var ya, senin yakalayamadığın. Yerine geçen yalancıyla, resim yaptığın, O bekliyor beni ileride. Bir borcum var, ödemeliyim. Sana o zaman demediğimi demeliyim şimdi usulca. Elveda!
Mavisihir
0 yorum:
Yorum Gönder