Öylece susup baktın gözlerime, içime işlediğini bile bile. Sırtlanıp geldiğin gülümsemelerinle, oturdun karşıma. Bir senden, bir benden anlatmaya başladık. Aslında hep ben anlatıyordum beni, sen sadece izliyordun. Suskunluğunun yaydığı huzurla daha da çoğalıyordu söyleyeceklerim. Her şeyi bil istiyordum. Korkaklığımı, saklandığım duvarları, etrafımı çevrelediğim camdan parmaklıklarımı, her şeyi…
Kırgınlıklarımdan öteye bir hayatım yokmuş gibi geliyordu anlattıkça. Her anı savaşlarla geçmiş bir yaşam bırakmıştım geride. Dile gelenlerin ardında bir de, acısı ancak yaşandığında anlaşılabilecek olanları barındırıyordu yumruğum kadar yer kaplayan kalbim. Senin de korunaksızdı yüreğin benim gibi, ya da ben öyle hissediyordum. Ellerini uzattığında, hesapsızca tutacak eller umuyordum/duk.
Gözlerim seninle güzelleşti, ellerim küçüldü, utanıp kızarmayı hatırladım. Heyecandan titredi yüreğim. Uzun zamandır kanatlanmayan bir kırlangıçtım ben, uçmayı unutmaya an kala. Kuytuya sakladığım yuvamdan çıkıp güneşe baktım. Gözlerinde kaybolmaya hazır değilmişim, utandım. Kaçırdım gözlerimi senden, çocukça. Hatta, saklanmak istedim. Beni kovalayıp, sonunda bulacak olmanın sevinci için…
Özlemişim…
Heyecandan dizlerimin titremesini özlemişim, avuçlarımın terlemesini, hatta yanaklarımın kızarmasını da… Çocukken olduğu gibi, utanıp bir köşede saklanmayı, oyun oynamayı özlemişim.
Şimdi sen geldiğine göre…
Geldin değil mi? Hani “bir varmış, bir yokmuş” misali, dinlediğim bir masal olmayacaksın. Gözlerimi açtığımda, senin gerçek olduğunu anlayacak mıyım? Sandıkta sakladığım oyunlarımı oynar mıyız birlikte? Belki, yeniden doğar ve büyürüz. Belki yeniden severiz, yeniden anlatırız hem seni hem beni. Gözlerimiz kesişir, dinleriz birbirimizi. Öperim gözlerini, bana öyle baktığı için. Sonra bir daha öperim, bu sefer kendim için. Hem de dudağımın kenarında çocukça bir tebessümle, hınzırca…
Mavisihir
0 yorum:
Yorum Gönder