İçime ateşi atıp gittiğin günü hatırlar mısın? Nerden bileceksin o günden beri, benim için için yangınlarla boğuştuğumu? Şöyle bir uğrayıp geçerken yüreğime, saldığın is kokusu olduğunca üzerime sindi oysa. Yanmış yüreklere yeni yeni ateşler atsan, ne artırır, ne azaltır eski yangınları. Zaten yanmıştır yanan. Zaten küllerini savurmuştur rüzgara. Darmadağın olmuştur dünyalar.
Neden dağıttın, neden bu hallere koyup da gittin beni diye hesap sormaya kalkacağımı bekliyorsan eğer,yanılırsın. Düşersin hatalara,benim doğrulduğum yerlerde sen karanlık bataklara saplanırsın.
Ben bu yollardan geçtim. Geçtim de döndüm bile aslında. Dönerken o kadar çok yolcu vardı ki geçtiğim yerlerde, kiminin elinden tuttum, kimine de el verdim. Kimine yardım ettim, kimine de zehrettim hayatı. Kurban ettim yaşanmamışlıklarıma.
Yaşanmamışlıklarıma diyorum, dikkat et bu kelimeye. Yaşanmışlıklarımı kendime sakladığım bir çerçevenin içindeyim şimdi. Yaşanmamışlıklarımla dışarıya bakıyorum. İç geçiriyorum hayata, eksik kaldıklarıma ve kendimden esirgediklerime. Esirgerken, başkalarının bana taktığı gözlüklerle yüreğime görmeyi yasakladıklarıma…
Küskünlüklerimi kağıtlara dökmedim, belki dökmeyeceğim de. İçimde sana, ona, buna duyduğum hınçları paylaşmadım kelimelerle. Geçen gece, son kez bağırarak ağladım. Kendi sesimi son kez duyabilmek için. Ağlarken bir başkaydı sesimin tınısı. Hani, hep usulca sokulup dinlerdin ya şarkılarımı. Hani, bazen seninle anlatırdık ya hikayeleri cümleleri paylaşarak. İnsan hep aynı hikayeyi aynı cümlelerle anlatabilir mi? Biz hep aynı hikayeyi, aynı yerlerde yaşadık. Zor olanıydı bu…
Zor olanı yaşamak, yaşatmak, üzerimize yapıştı uzayan geceler boyunca. Geceler boyunca evet, gündüzleri hep hayat için yaşadık. Gecelerde kaldık kendimizle, acılarımızla, özlemlerimizle. Bazen bizi deşip alaşağı edecek bir şeyler bulduk. Söyledik, yazdık. Hikayenin bir cümlesini ben söylerken, ardından gelecek olanı sen fırından çıkarıp sürdün tüm kokusuyla burnuma. Şimdi de, o koku burnumda. Ve, yine sen anlatıyorsun…
Koşar adım bir şeylere yetişmeye çalışırken, ayağımızın altından kayan boz topraklar çığlık attılar. Ayak izlerimiz birer anıydı bizden. Birbirimizin yüreğine kazıdığımız el izleri gibi, gözlerimize mıhladığımız bakışlarımız gibi. Asla doymadığımız, doymak için zaman bulamadığımız gülüşlerimiz gibi.
Öyle şeylerle mühürledin ki beni kendine,senden geçemedim. Gülüşünle damgaladın beni, herkes bu gözlerin sana ait olduğunu bildi aslında. Aşkı okudu bakan, aşkı anladı dinleyen. Sen gelmedin, ben “gel” demedim, hatta gitmeyi bile denedim. Gidemedim…Gidemezdim, yaşanmamışlıklarım vardı sende. Dünyaya baktığım penceremdin.
Tüm yoksunluklarına rağmen…Tüm sahip olmadıklarına rağmen…Tüm benzerlerine rağmen…Ve hatta tüm yokluğuna rağmen…
Sanki, sen bu halinle olmalısın bende. Bu ıssızlığınla kalmalısın. Gelmesen de, çağırmasam da, hatta sen çağırdığında sana varmasam da, sen olmalısın. Uzaklığınla ve dokunulmazlığınla aşmalısın beni. Aşarken, hiç değmemeli bana ellerin. Sadece gözlerinle sevmeli, sesinle okşamalısın saçlarımı.
Yokluğuna alıştı, dayandı yüreğim. Eğer şimdi gelecek olursan, sevincin kül eder beni. Senin sandığından beter yangınlardayım. Rüzgar olma, su serp gözlerime…
Mavisihir
Hürriyet
28 Mart 2010 Pazar
RÜZGAR OLMA, SU SERP GÖZLERİME...
Gönderen mavisihir zaman: 13:53
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Size ne yazının ahenginden,nede kelimelerin gri renginden bahsetmiyeceğim,öylesine duygulu bir yaşam hikayesi okudum'ki dakikalardır kelimelerin arasından sıyıramadım kendimi.
Yaşananlar herkezin kendi özelidir elbette,ama paylaşılan duygular insan olanın yüreğine saplanıyor adeta,sevdaların yıprattığı bedenlerimiz bitap düşüyor,hayatdan zevk almayı unutuyoruz,tutamıyoruz,bir türlü tutamıyoruz yaşamın eteğinden ve bir yldız daha düşüyor gecenin gözlerinden ve bizler hep karanlıkta kalıyoruz.
Sevgili arkadaşım,kaleminize ve yüreğinizden döktüklerinize saygı duyuyorum,dilerim hayatın gülen yüzü her daim sizden yana olur.
Saygılr sevgiler.
Seven kolay kabullenemiyor gidişleri ama bir süre sonra öylesine alışıyor ki gidenin yokluğuna bu sefer de kabullenemiyor gelişini...
Tıpkı Necip Fazıl'ın gibi önce sesleniyor insan sevdiğine; " Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, ne de şeytan bir günahı benim seni beklediğim kadar" sonrada yar gelmeye çalışınca diyor ki; " Geçti istemem gelmeni, yokluğunda buldum seni, bırak vehmimde gölgeni, gelme artık neye yarar"
Ah arkadaşım ah yazacak çok şey varda yazılmıyor işte... Yüreğin var olsun, hep kelimeler seninle olsun. Sevgilerimle...
Yorum Gönder