BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

27 Ağustos 2009 Perşembe

YALNIZLIK KUYTUSUNDAN

Yalan sevdaya inat giderim
Sahteliklerim tümünü
Ezerim çıplak ayaklarımla
Ve seni tutarım tüm gücümle
Çekerim yalnızlık kuytusundan
Can olurum,
Damarındaki kırmızın olurum
Gün gelir
Sen olurum
Sıra bana gelir
Senden ben olmanı isteyemem
Sen zaten bende can buldun
Ben de giderim inceden
Ama seninle...
Elinden tutarım sıkıca
Çeker alırım yalnızlık kuytusundan
Bırakmam seni
Bırakmam gözlerini


Mavisihir

25 Ağustos 2009 Salı

AŞK...

Kumsala vuran dalga gibiyim
Bir yaklaşıyorum sana
Bir uzaklaşıyorum
Geceye hükmediyorum bazen
Seni rüyama alıyorum
Bazen de gece büyüdükçe
Ben ürkekliğime bürünüyorum
Hükümsüz oluyor senin kimliğinde her şey
Sıra sana gelince donuyor zaman
Sende kimliksizleşiyorum
Asiliğim başlıyor an be an
Tek tek kırıyorum
Camları
Taşları
Kalbime saplanıyor cam kırıkları
Ufalanmış taşlar isim oluyor gözlerime
Sende kimliğimi kaybederken
Asiliğimde kendimi yeniden buluyorum
Kendimde bulduğum ise
Senden başkası değil
Adını bir kez daha
Geceye mıhlıyorum
Aşk…



Mavisihir

SARMALA

Bir başlangıç
Bir kaçamak bakış
İlk elime dokunuşun
Yüreğime bakışın
Bir cümle uçtu bal dudaklarından
Kondu ruhuma
Ben, sana geldim
Çağrına kulak verdim
Sevdalım,
Sarmala beni
Üşüyorum sensiz




Mavisihir

21 Ağustos 2009 Cuma

DİYECEKSİN Kİ...

“Yazamıyorum” diyerek her oturuşumda, bir ucundan kendimi yakalayıp döktüm satırlara. İnce ince kum taneleri gibi sayfaya yayıldım, nefes alıp verişlerin rüzgarında savruldum satırdan satıra. Kah büyüdüm, kah küçüldüm. Ağladığım oldu, en az güldüğüm kadar. Kimi zaman öfkemi döktüm, kimi zaman sevincimi. Kimi zaman da, kendimden başka bir hayali. Ben; aynı senin gibi hayal, aynı senin gibi insan, aynı senin gibi yürek… Ben; aynı senin gibiyim. Özlediklerimle, beklediklerimle ve nefret ettiklerimle. Yaşanılan bir geçmiş, geride kalan kocaman anılar, yoğrulmuş ve yorulmuş bir yaşamla. Bazen benim anlatıp da senin anlayamadıkların, bazen anlatmaya bile gerek duymadığım hüzünlerim ve gözyaşlarımla. Geriye kalanı; senin sevinçlerin, hüzünlerin, yakarışların, hasretlerin, pişmanlıkların. Geriye kalan, sen. En sonda kalan, hayat.



Sol yanımdan bahsetmeyeceğim sana, sağ yanımdan akıp gidene ağıt yakmayacağım. Senin deyiminle kader, benim deyimimle sınav. Kim öldü, kim yaşadı, kim cevapladı soruları? Sol yanım, sağ yanıma karşı isyanda. Yaşamla ölüm gibi, kahkahayla gözyaşı gibi, sen ve ben gibi. Benim isyanım, sana. Benim isyanım, yollara. Benim isyanım, zamana. Senin isyanın, geç kalınmışlıklarına. Senin isyanın, tüm hayata.



Adın ne? Belki Ayşe, belki Kenan, belki de adın bile konulmadı daha kundaktaki bebek. Önce bir adın olacak, sonra sıcak bir kucak. Sevgi yumağın olacak ellerine verilen, arkadan ağlamayı öğreneceksin. Hayat ve insanlar bazen verecek istediklerini, bazen tam aksine senden geri alacak dirhem dirhem. Kendi sermayeni tüketeceksin yavaşça. Tükenecek, tekrar dolacaksın. Bir daha azalacaksın. Satır satır anlatacaksın kendini, gün gelecek. Diyeceksin ki; “Geldim, seni buldum, büyüdüm, çoğaldım, azaldım, sende tükettim kendimle birlikte her şeyi, sende yok oldum yine”.



Diyeceksin ki; “Seni çok özledim, sen yanımdaydın ama ben yine de özledim. Sen ellerimdeydin ama ben dokunmaya çekindim. Sen gülerken, ağlatacağım diye görünmedim sana. Seni öyle çok sevdim ki, benden daha içeriydin”. Dersin de dersin, anlattıkça çoğalır kelimelerin, anlattıkça büyür güzelleşir hayat. Anlattıkça, sana karışırım. Bir de bakarım ki, yazmışım…




Mavisihir

20 Ağustos 2009 Perşembe

İNADINA...

İnadına kaçmıyorum bu kez
Göğsümü açıyorum sevdaya
Gözlerimi sana çeviriyorum
Seni sevmeye başlıyorum
Bir şiir dokunuyor beyaz kağıtta
İlmek ilmek, hece hece
İnadına sen desenleniyorsun



En zayıf yerimden vur beni
Ruhuma hedef al on ikiden
Hatta al eline yüreğimi
Evir-çevir, oyna onunla
Sunuyorum sana kendimi
Kayıtsızlığıma şart koşuyorum seni
Diyorum ki;
Sen,
Her yerde senin adın geçmeli
Seninle anılmalı geçtiğim sokaklar
Hiçliği adımlamalıyım
Sonunda sana varmalıyım


Sende kayboldum
Sensizliğinle soldum
Her şeye inat
Seninle doldum bu gece yarısı yine
Sen yoksun
Sen uzaksın
Ben inadına seninleyim
İnadına seviyorum seni


Mavisihir

19 Ağustos 2009 Çarşamba

PARAMPARÇA

Paramparça bir gece
Paramparça kadehler
Ve sen
İçler acısı bir aşka düşmüş
Ve kaybetmişsin
Her şey uzak
Her şey yitik
Alnına kazınan yazı ayrılık
Son bir yudum
Son bir tat
Aşk bitti kadehte
Doldur be saki !...




Mavisihir

16 Ağustos 2009 Pazar

KAYBOLUŞUNA...


Sürükleniyorsun durmadan bir yerlere
Ne yaşadığını biliyorsun, ne öldüğünü
Deli bir poyraz esiyor günlüğüne
Sayfaların darmadağın oluyor
Hayatınsa, bulanıklaşıyor çamura yaklaşırcasına



Gündüzleri ölüm oluyor hayat
Geceleri nefes almaya, düşünmeye başlıyorsun
Sen, ben olmaya çalışıyorsun
Beni anlamaya çalışıyor
Her seferinde yeniden kaybediyorsun
Sen, an geliyor kendin olmayı unutuyorsun



Unutuyorsun evet,
Hiç hatırlamadıklarını fark ettikçe hem de
Tezatların içinde kurulu bir hayat oluyor yüzün
Yaşamaya çalıştıkça yüreğinin orta yerine acı çöküyor
Ben gidiyorum, sen kayboluyorsun
Dışarıda çığlık çığlığa bir hayat
Hayat haykırdıkça öfkelerini sana,
Sen daha bir ufalıyorsun
Noktaları sıralıyorsun yollara
Kendinden izler bırakmaya çalışırcasına
İzlerin koyulaşıyor uzaklaştıkça
Sense tümden siliniyorsun…



Mavisihir

12 Ağustos 2009 Çarşamba

HOŞÇA KAL, EN MORUNDAN...

Zamanla, takılı kaldığımız noktalardan uzaklaşır gibi hissederiz kendimizi. Belleğimize kazıdığımız mor anıları yavaşça sileriz. Morun tedirginliği, çıkmazlarını, kaos dolu tonlarını hayatımıza, duvarlarımıza, hatta yüzümüze ve yüreğimize öyle bir doldururuz ki; hayatın keyfine varamamanın yoksunluğunu yaşamaktan, günden bihaber otururuz mor odalarda. Birer hücre olur etrafımızda mor yaşamlar. Bazen parmaklıklara tutunarak, dışarıyı ve renkleri izlemek, bazen de sessizce koridorlarımıza bakınıp, büyük kapıdan girecek birini beklemek alır her yanımızı. Alır, götürür bilinmezliğe ve geri getirir hücrelerimize. Kendimize bahşettiğimizi sandığımız, aslında yaşamakla olan hesaplarımızın bize ceza olarak bıraktığı mor bir yalnızlık…



Evimiz, anavatanımız, belki de ailemiz olur mor yalnızlıklar. Kapıyı bir el çalar, bir yürek konar pencereye, bir posta güvercini gönlümüze mektuplar bırakır mavi-beyaz. Asildir, sadedir, bendir ya da sendir halbuki hayat. Sen de benden farklı hissetmezsin aslında gönül, bilirim. Aynı ruha aç, aynı hayata susamış, aynı sevdaya hasret. Açbilaç, ölüme küçük bir aralık kala, yoldan dönmek ister insan. Bulduğu kapıdan girmek, bir yüreğe yerleşmek, dinginliğe demir atmak ister yaşam. Yaşam benim, yaşam sensin. Belki de yaşam sadece biziz, en başından beri. Belki iyi, belki kötü. İçimizden bir çırpıda çekip çıkaracağımız ruhun ne olduğunu biliriz, en saklı anlarımıza işleriz tüm desenlerini. Aşka aç, aşka doymuş tezatlıkların birlikte barındığı yürekleri taşırız.



Mor yalnızlıklar, gece daha bir yorar ruhları. Özlemlerin dizi dizi olduğu, bir kolye süsler boş boyunları. Olmayan bir el dokunur yalnız omuzlara, kendiyle yüzleşir mor yalnızlıklara mahkum ruhlar. Bir gün gelir, kesişir yollar. Tanıdık gelir izler, aşinadır kulağına duyduğu sesin yalnız tınısı. Aynı pencere, aynı koridor, aynı masal kitabı başucunda. Okuyup gece aynı rüyaları gördüğüne şaşırırsın. Hemen yanı başımda mor yalnızlık ve omzumda bana dokunan o boş el. Silkelensem, sen korkacaksın. Silkelenmesem, ben yok olacağım.



Mordan beyaza, mordan maviye birer yol çizdim kumsala. Rüzgar sen oldu, esti. Deniz ben oldu, dalgalar büyüdükçe büyüdü. Güneş oldu tüm mor tonlarım, ufukta yavaşça kayboldu. Kumsalda iki renk kaldı, maviyle beyaz. İki beden, iki ruh… Yollar kesişti, sen esince. Ben dokununca birbirine karıştı. Mor bir veda kaldı güneşten geriye, mor yalnızlıklara. Onları da sessizce uğurladım, maziye. Mor yalnızlıklar, sandığın bir kenarına sıkışan mor anılar oldu. Hoşça kal, en morundan…




Mavisihir

8 Ağustos 2009 Cumartesi

BİR ADI DA "RUHUM"...

Çağrıların ve vedaların arasında sıkışıp kalmış bir ebeyim ben. Oyunda nedense hep bana kalır en zor işler. Ruhumun isteklerini ve meraklarına bakamayacak kadar kaptırıveririm kendimi oyuna. Bir de bakarım ki, ebeden çok kurban olmuş çıkmışım. Kör ebe olurum an gelir, an gelir sobelerim seni saklandığın yerde. An gelir kaçarsın benden, nefes nefese kovalarım seni. Senin nefes alışlarını duyarım, derinden bir şarkı söyler ruhum. Oyunun adı aslında aşk, oynayanlardan bir ben, biri de sen. Sahne kapanır, perde çekilir üzerimizden. İki kişilik bir dünya kalır bize. Eller birleşir, gözlerimiz başlar sözcükleri izlemeye. Ses yok sanırsın, halbuki sadece biz varız o an. Ellerimde ve gözlerimde sen, tenime siner kokun. Rengim sana dönüşür ansızın, yüzüm seni gösterir, seni izler. Sen olurum sorgusuz sualsiz.




Teslimiyet derim ben buna. Kendimde seni yaşayacak kadar, beni unutacak kadar sana dönüşürüm gecelerde. Sevgiliyi yitirir karanlıklar kimi zaman, ben seni daha bir yakın bulurum karanlık çökünce. Tezatların barındığı bir sevda, belki. Karanlıklarda sevda kokuları içinde yaşarım seni. Rüyalarımda dokunurum gözlerine, ıssız bir gecede gelir severim yüreğini. Ruhuna ulaşırım gözlerinde geçip. Kömür karası olsun, gece olsun gözlerin. Parlasın ruhun o karaların içinde, nur olsun. Ruhuna değsin ruhum, nurun dökülsün yüreğime. Gözlerim seninle aydınlansın. Varsın, sen olsun dünyam. Varsın, karanlık olsun seninle gündüzlerim.




Senin ışığına aç bu yürek, senin sevmelerine tutsak. Senin şarkılarında raks etsin bu rakkase gönül. Salınsın saçları rüzgarlarında. Senin gülmelerine eşlik etsin kahkahaları. Zalimce sevsin birbirini iki yürek. Zalimce diyorum evet, bazen ağlatır aşk. Bazen kızdırır, bazen ölür/ öldürür. Zalimce aşka doyar, bencilce sahip olur.



Susayalı beri sana, gözlerindeki ışığı gördüm. Senin suskunluklarındaki zavallılığını izledim. Sana böyle alıştım, böyle sevdim. Böyle renklendi hayat. Sevda böyle isim buldu kendine benim hayatımda. Sana susamışlıklarımla, sana esir oluşlarımla, hatta tüm oyunlarda seni arayışlarımla. Yitirildiğimi hissettiğim anda, ruhuma tuttuğun ışığınla seviyorum seni. Böyle bir şey işte, bambaşka. Bu alemin sevdası değil yaşanan ve yaşatılan. Her yere hakim, her cihanda baki, her şeye kadir bir sevda. Bir adı sen , bir adı ben, bir adı da “Ruhum”…



Mavisihir

7 Ağustos 2009 Cuma

GEL!...

Gel sevgilim katıksızlığınla
Gel sevdiceğim yalnızlığınla
Sadece gel, fukaraca gel
Sadece yüreğini alıp eline, öyle gel
Ruhuma senden başlayan bana uzanan bir zincir takmalıyım bu gece
Sevda prangalarının esiri olmalıyım
Özlemler sana akmalı, yollar sana çıkmalı
Haykırışlarımın hepsi sana hecelenmeli kızıl akşamlarda
Maviliğime gel sevdalım
Ummanların en güzelini seyretmeliyim senin gelişinle
Gidişin, karalar bağlatmalı her yana
Sana “gel!” diye seslendim geceler boyunca duymadın.
Yangınlarım sönsün diye beklerim hazan yağmurlarında
Bahara seninle varmak istedim, sen koşmadın.
Karışmak istedim sana, şarabın kızılı akşamlarda.
Sen,
Seni anlatmak istedim yıldızların akışlarında
Saman yolundan ineceksin sandım gecenin karanlığında
Gündüzlerimi süsleyen güneş
Güneşin büyüttüğü çiçek
Her şey, her şey sen…
Gün batımında ellerimi verdim avuçlarına
Kulağımda sana dair bir fısıltı
Adını ezberledim günü geceye ekleyip
“Gel!” diye seslendim
Duymadın mı sevgilim?
Hasretleri birbirine ekledim
Gözlerim sana aktı, ruhum sana tutsak
Özlemlere talip oldum, sana çağrılarımda
Şarkıları başa sardım bu gece
Kadehimde sen, yudum yudum çektim seni
Bitmedin, içtikçe daha bir tutuldum kokuna
Gel sevdiceğim,
Akşam kızıllıklarında gel yüreğime
Ruhumu sal mavi ummanlara.
Gel sevdalım,
Ölecek olsam da gel…



Mavisihir

1 Ağustos 2009 Cumartesi

BİRAZ DAHA GAYRET !...


Kara karga almış peynir kırıntısını gagasına, dolaşıyormuş daldan dala. Bizim tilkinin de canı sıkılıyormuş o ara. Hava güzel, bahar cıvıl cıvıl her tarafta şarkılar söylüyor. Otlar yeşeriyor, böcekler çıkıyor. Tilki ise, aç desek aç değil, tok desek değil. Tembelliği üzerinde, kurnazlık yapmaya bile hali yok. Bir daha görmeyiz tilkiyi bu halde, sanırım. Bizim kara karga da, peyniri yiyecek ya, o kulakları parçalayan sesiyle şarkı söyleye söyleye konmuş dala. Tam da bizim miskin tilkinin, dibinde uyukladığı ağacın dalına. Uykunun en güzel yeri, tepenizde bir karga, “gak,gak, guk. Off, bu ne azap şimdi?” tilki kalkmış bir hışımla. “Karga, sen ne yapıyorsun orada, başka ağaç yok mu koca ormanda?”



Öyle sinirlenmiş ki tilki, ormandaki en güzel ağacın dibinde yattığı aklına bile gelmemiş. Zavallı karga ne yapsın? Şaşırmış birden böyle bağırınca tilki.Peynir keyfinden olmak istemiyormuş, aslında tilkiye ders vermeyi de düşünmemiş değil hani. “Özür dilerim” deyip uçmuş o ağaçtan. Peyniri de yanında tabi.



Hikayenin aslında karganın budalalığından bahsedilir hatırlayacak olursanız. Tilki kargayı kandırıp, elinden peynirini alır. Bu hikayede, herkeste bir vazgeçmişlik izledik kısa da olsa. Karga ve tilki örneğinin yerine, kendi hayatlarımızdan pek çok rengi anlatabilir aslında. Kazanmak ve kaybetmek, aptallık ve kurnazlık, aldatmak ve aldatılmak. O kadar çok kavram var ki, insanların yaşarken kendileri ve başkaları için karmaşalara soktuğu. Gereksiz ve haksız noktalarda hak aramak gibi, haksızlıklara da sesimizi çıkartmadan boyun eğmek gibi tezat yaşamların içinde rol alır olmuş artık hayat kahramanları. Kargasından tilkisine, bakanından çöpçüsüne. Yaşamlarımızı eskittik galiba ne dersiniz?




Bir nokta da , yaptığımız bencilce özgürlük savaşının başkasına zarar verebileceğini de gördük aslında. Karga o kötü sesiyle şarkı söylerken, tilkinin miskince kendine tanıdığı uyku özgürlüğünü kısıtladı. Hayatı , kendimizi dengede tutabilme başarısına ulaşmak gerek. Düşünen varlıklar değil miyiz? Her şeyin bir yolu yordamı vardır demez miyiz? Kendimiz için, huzurumuz ve konforumuz için hep bir prensip duvarımız yok mudur? O orada durmalı, bu buraya kadar gelmeli, ben bunu yapmalıyım ya da yapmamalıyım. Buna benzer pek çok yapı. Benden başka düşünen varlıkların yaşadığını da görüp biliyorum algılıyorum. O zaman? Bakın aslında ne kadar kolay. Tek düşünen, yaşayan, ve hayal kuran biz değiliz. Biraz daha gayret….


Mavisihir