BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

29 Aralık 2008 Pazartesi

AŞK BİTMİŞ MEĞER




Aşk dedin bana dün gece,
Baktım sokaklarda aradım aşkı.
Yok dedi sorduğum her taş her yaprak.
Herkes unutmuş aşkı ,
Tıpkı benim gibi.


Işık olmak, aydınlık olmak,
Güneş gibi doğmak birinin hayatına.
Yıllar oldu belki de hiç yaşanmadı bunca zaman.
Aşkısız bir yaşamdı peşinden koşulan.
Tadsız tuzsuz, diyet hayatlardan.


Hasta bir ruhmuyum ben?
Diyet yaşamak kader mi artık?
Savaştım aradım aşkı rengarenk gözlerde.
Dedim ki ancak orada bulurum seni.
Adresi yok, kendisi de yok aşkın.


Baktım ki,
Aşk bitmiş, senin bastığın yerde.
Tükettiğin bir nefeslik yaşam,
Ve ben.
Biten sadece aşk değilmiş, eşlik eden bir de SEN……

Mavisihir

27 Aralık 2008 Cumartesi

Karanlık mı, Sen mi?




Karanlık mı odam yine? Gözlerini kapat dedi bir ses, şimdi ne gördüğünü anlat.Karanlıktı sadece başka hiç bir şey yoktu o an. Yüreğimle bakamadığımı anlamam zaman aldı. Durdum öylece konuşmadan, gecenin karanlığını ve sessizliğini dinledim bir zaman. Eskiyen şeyler vardı içimde, hissedemediğim belki de geri döndüğünde özlemden değil de, korkudan sarıldığım. Kendimi kandırmaktan başka bir şey olmayacağını biliyordum.Karanlıkta gözlerimi kapatıp öyle görmemi istiyordu benden o ses. Nasıl yapacağım bunu bilmiyorum desem de, kapat gözlerini dedi bana. Kapadım yine, baktım, baktım... Bir ışık mı olması gerek, yoksa silik bir anı mı? Karmakarışık birşey içimdeki. Çelişkilerimi sakladım oysa ben o karanlıkların içine görmemek, göstermemek için.


Saklayamıyordum içimde özlemlerle berabar yoğurduğum öfkelerimi. Verilen sözlerin tutulmadığı bir an daha gelip dayandı kapıma.Bırakıp gitsem, kalsam? Sorular ve parantez içindeki cevapları.Gözlerimi kapayıp bakmamı istediğim karanlık mı yoksa sen misin? Dilinin isteyipte söyleyemediği sözleri sakladın sen de karanlıklara. Belki de pişmanlıklarını.Saklanmış belki de hapsedilmiş bir sevda bizimkisi, karanlıklarla harman olmuş ve yine karanlıklarda son bulmuş. Umudumu bağlamak karanlıklara? Bu sorulara cevap, yine parantezler. Ne nokta ne virgül. Parantezler ne anlama geliyor?


Seçim yaparken, yürürken, uyurken hangi işareti koymak gerek kelimelerin ardından? Kelimelerin hükmünün bittiği yerde sana gözlerimle anlattıklarımı görmen gerek. Hedeflerimi asla ıskalamadım ben gözlerimle, hep doğru ve tarafsız oldu gözlerim hayatımda. Ne derse kalbim öyle baktı, yalansız.Çelişkilerimde kaçırdım gözlerimi senden. Korkularımı görme istedim sadece. Karanlıkta sakladım onları kelimeler gibi.


Gözlerimi kapayıp yeniden baktım karanlık odama. Şimdi değişen bir şey görebildiğim. Ne olduğunu kendime bile söyleyemediğim, belki de sensin belki de ben. Belki gelecek, belki geçmiş. Karanlıkta süzülen bir ışık hüzmesi belki, belki de pencereden içeri kaçmaya çalışan sokak lambasının aynadaki aksi. Hiç bir şey bilemdiğim bir anda, sakladım herşeyi karanlıkta. Beni korkutan karanlık mı, sen mi acaba? Cevap yine parantez içinde ama kelime saklı değil. Cevap SEN..............



Mavisihir

26 Aralık 2008 Cuma

KADERMİŞ AYRILIK BELKİ


Kadermiş deyip geçmek gerek belkide,
Acıyı bir yerlere gömmek için.
Belki de tek kişilik bir oyun kurmak gerek,
Acılardan kaçmak için.


Geride çok büyük bir sahne,
İçleri acıyan insanlardan bir tiyatro.
Baş rolde ben ya da sen,
Ne farkeder....


Hepsi aynı repliklerin,
Sevdim,
Sevdin,
Kaybettik,
Ve bittik....


Acının en büyük sahnesi olmuş sevdalar.
Ağlatan bir oyundan ibaret yaşam.
Aşk; ağlatır, acıtır...
Hep bunlar mı var diye soracağım.
Cevap; sen de alışacaksın.


Sabahların umuduna muhtacız.
Çocuklaşmaya, belki yeniden çocuk olmaya.
Elimde oyuncağım, karşımda resmin.
Yüreğimden kan yerine akan sevdanla,
Bir buyuz işte.
Kısaca hasret, kısaca yokluk.


Mavisihir

Akşam yemeği

Sühan’la geçen dağ evi maceralarımdan sonra artık ev,mde kalmanın zamanı geldi diye düşündüm. Arada şarapsız ve çıngıraksız geçecek hafta sonlarına da ihtiyacım vardı. Ama yine evime ayıramayacaktım bu hafta sonunu da. Uzun süredir, yemek teklifini ertelediğim Cihat yine arıyordu beni. Yemek, yemek, yemek offff neyse gideyim de bitsin diye düşündüm ve evet dedim. Bereket yarın akşamdı yemek, bu geceyi kendime ayıracağımı düşündüm, gülümseme yayılıyordu yüzüme. Allah’ım neden bu kadar yalnızlığıma düşkün olmuştum ben? Yaşlandığımı söylüyordu Sühan. Daha bir yıl önce her fırsatta eğlenmeyi, gezmeyi kendine görev haline getiren Süreyya değişmişti. Evet, yaşlanıyordum herkes gibi, sizler gibi. Hayatın farklı anlarından tad almayı, kendimle kalmayı öğreniyordum. Bu güne kadar hiç dinlemediğim beni dinlemek hoşuma gidiyordu.


Akşam evde napıcam diye bir tereddütüm olmuyordu artık. Yemek yapmak, televizyon karşısında oturmak, müziği hafifçe açıp loş ışıklarda kitap okumak, atık bunlardan tad alır olmuştum. Geçen haftaki dağ evinin rüzgar çanlarıyla ne kadar ters değil mi? Bu akşam da biraz televizyon seyri, sonra da kitapla akşamı değerlendirip uyumak için yatağıma geçtim. Yarın akşamki yemeği hatırladım birden. Cihat’tan hiç hoşlanmıyordum aslında. Yakışıklı, kendine has bir havası vardı gerçekçi olmam gerekirse ama ukalalığı yok mu? İşte bu beni deli etmeye yeterliydi aslında. Ama ısrarcı olmasının nedenini anlayamıyordum doğrusu.İş yerinde pek çok nedenle konuşmak zorunda kaldığımızda, ondan hiç hoşlanmadığımı her fırsatta ondan daha ukala ve onu gıcık edecek tavrılarla beli ettiğim için çok emindim kendimden. Ama Cihat’ın bana sen görürsün diyen o gülümseyişi onun yerine benim delirmeme yetiyordu. Neden bu kadar kendinden emin bu adam? Ukala şey ne olacak.


Düşünürken uyuyakalmıştım,sabah güneş dolmuştu odaya.Ne güzel,güneşin her yeri aydınlattığı bir sabahta, evimde kahvaltı yapacak ve işe gitmeyecektim. Bu anları seviyordum. Sanki hayata karşı burada zafer kazanıyordum sabahları. Gün içinde ne istersem yaptım evde.Saatler süren bir kahvaltı keyfi, sıcak bir banyo.Epeyce bir süre kendimle ilgilenmemiştim, bakımlarımı yaptım. Yoksa bunlar akşam gideceğim yemeğemi hazırlıktı? Güldüm bunu düşününce. Heyecan mı vardı yoksa? Öyle böyle akşam oldu işte, ben hazırdım.Cihat aradı, çok gecikmeden.


_ Merhaba Süreyya.
_Merhaba Cihat.
_Hazırsan alayım seni, ben her şeyi hallettim, zamanı iyi değerlendirelim bence.
_Tamam hazırım ben, seni bekliyorum.

Dedim ve kapattım telefonu.Son defa aynaya baktığımda, oldukça özenle hazırlanmış, sade ama güzel bir kadın gördüm karşımda. İşte ben bu kadını beğeniyorum, kendime saygı duyuyorum diye düşündüm. Cihat’ın ukalalığının yanında benim de çok farklı olduğum söylenemezdi doğrusu.Bu hoşuma gidiyordu, kendimden emindim ve kendimi seviyordum. Ve geldi.Zil çaldı, az bir heyecan oldu bir an ve derin nefes aldım. Uzun zaman sonra ilk defa biriyle çıkıyordum aslında. Dağ evinden daha kötü olmazdı ya.


Çıktık, arabada giderken klasik hal hatır sormalar konuşuldu ve iltifatlar tabi. Teşekkür etmeyi sevmiyordum ben sanırım, ya da bu akşam fazlaca teşekkürlerle başladı. Gerilmeyecektim, Keyfini çıkarmaya bak Süreyya hadi, dedim kendime. Hoş bir restorantın önünde durduk,Cihat’ın burada tanındığı kesindi, ilgiyle karşılanıyordu herkes tarafından. Güzel şeçilen bir masaya oturduk, heryeri gözden geçiriyordum dikkatle.Cihat’ta çok hoş görünüyordu bu akşam, özenle hazırlandığı belli oluyordu. Yemekler geldi, lezzetli seçimlerdi doğrusu, takdir etmiştim Cihat’ı.Akşam güzel geçeceğe benziyordu.


İş yerinde konuştuğum o adamdan eser yoktu aslında ve bu hali hoşuma gidiyordu.Sohbet ilerledikçe güzelleşiyor ve geldiğime daha çok memnun oluyordum.İşten hayattan her şeyden bahsediyorduk. Ukala adamdan eser olmadığı gibi, gayet makul mütevazi ve olgun bir adam konuşuyordu karşımda.Şaşırdığımın farkında aslında. Onu herkesin nasıl tanıdığını biliyor, benim de ondan hoşlanmadığımın farkında olduğunu söylüyor. Kızdığım gülümsemelerini, ısrarlarını anlatıyordu bana. Sadece kendini bana gösterebilmekmiş derdi. Neyse ki, isabetli bir karar olmuş sanırım yemeğe çıkmak. Her ne kadar ben bir an önce bitsin diyerek geldiysem de…..


_Evet, hayli geç oldu..
_Evet, artık gitsek iyi olacak.
Dedim ben de.Kalktık masadan. Teşekkür ederek ayrıldık restorantdan. Güzül bir tat kaldı akşamdan geride, gülümsemelerle biten bir gece.Hiç beklemiyordum doğrusu.Bunu Cihat’a da söyledim.
_Çok farklı manzaralalar altında çok farklı bir insan saklıyorsun içinde Cihat.Buraya önyargılarla geldiğimi saklamayacağım ama şimdi çok farklı düşünüyorum.

Cihat, gülümsedi ve bana;

_Şaşırmadım, kendimi tamamen ortaya koymamam garip değil Süreyya. Sen de şirketteki kendinden emin ve yaklaşılamayan kadın değilsin şimdi. Demek ki, ikimiz de saklıyoruz kendimizi.

_Doğru.

Deyip gülümsedim, ikimiz de gülüyorduk.Keyifli, güzel bir akşam geçirmiştik.Evimin önüne geldiğimizde iyi geceler dileyerek ayrıldık. Beni daha sonra arayıp arayamayacağını sordu. Tabiî ki, görüşmek üzere deyip indim arabadan.Evime girdiğimde çok mutluydum.Tedirginlikler içinde gittiğim bir yemekten büyük bir haz alarak döndüm eve. Üstümü değiştirip kitap okudum biraz, sonra tatlı bir uyku bastırdı. Hiçbir şey düşünmeden yatağıma geçtim. Hayatıma farklı bir renk geliyordu, heyecanlı bir gülümseme vardı yüzümde ve öylece uyuyakaldım. Sabahın ışıkları bundan sonra bana hep gülümseme getirecekti sanki, yeni mutluluklara…

Mavisihir

23 Aralık 2008 Salı

ÇINGIRAKLAR

İpin iki ucuna bağlanmış çıngıraklar, her yerde sesleri yankılanıyor. Kulaklarımı tırmalayan bu gürültüden kurtulmanın yollarını arıyorum. Yol kenarlarına bakıyorum, sanki bana inat yine her yerde rüzgar çanları. Çınnnnnnnnnnn……Durmadan bu ses, evde, yolda, uykuda, kulaklarıma garezin olduğunu düşünemeye başladım. Sessizliği beklerken karşıma çıkan bu çınnnn sesleri. Delirmemek mümkün değil.


Düşünsenize; bir arkadaşınızın dağda evi var, siz de sıkıldınız şehir yaşamının gürültüsünden. Tam zamanında gelen bir davet, hayır demeye haliniz yok. Atlıyorsunuz hatta;
_Hemen hazırlanıyorum, seni alırım yarım saat sonra.
Ahh bu sabırsızlığımız yok mu? Evet, yolculuğa gün batımı eşlik ediyor, hava sıcak, ağustostayız. Arabadan dışarıyı seyretmek güzel. Her taraf yemyeşil orman, aşağıda ucusuz bucaksız mavilik.
_ Ohhh, keşke hep gelsem buraya, yanımda da arkadaşım.Ne güzel.


Hayal kurmak güzel. Eve az kaldı diyor yanınızdaki ses, şu virajı dön soldaki yol. Birkaç dakika sonra evdeyiz. Hayal edin bir dağ evi nasıl olur, Türk usulü? Aynen bu işte. Her yer ağaçtan, Önünde Trabzanlar, bir masa ve sandalyeler. Aman Allah’ım bu da ne heryerde rüzgar çanı, çıngırak. Ne kadar hayal edebilirseniz işte. Bir çığlık atmak geldi içimden ama atamıyorum. Tam ben sessizlik isterken, dünyam yıkıldı. Dağ evi macerama bak şimdi. Neden atlarsın ki her şeye. Sessizce oturamadın evinde.


Arkadaşıma çaktırmadım tabi. Neyse, yemek yedik mangal keyfi, tipik piknik havasında ben. Biraz yürüyüş, sadece evde sandığım o çanlar evin etrafında yürüme mesafesinde her yerde. Arkadaşım seviyormuş, ne garip huy? Takmış takıştırmış her yere, onu da hayal edin. Yürüme faslını geçirdik ama evi napıcam ben şimdi. Pamuk var mıdır acaba? Ağustos bile olması bir şey değiştirmiyor, akşam rüzgar çanları başladı aralıksız sallanmaya. Rüzgar esme diyorum, beni dinler mi başı boş rüzgar. Sanki bana inat, estikçe esti. Ben sabahladım. Ne kabuslar, ne karabasanlar.
_Neden geldim ben buraya?
_Kalkıp gitsem ne olur?
_Evimi özledimmmmm!
_Sessizlik istiyorummm!
_Allah’ım ne işim var burada?
_Keşke şu tanıştığım adamla yemek yeseydim bu akşam, o kadar da ekmek için uğraştım.Ama o da sakız gibiydi mübarek.
_Offfff, sızlanmanın anlamı yok.


Sabaha kadar dinledim çanları, çıngırakları, bir de çakal sesleri tabi.Bir ara evin önünden geçti ikisi, pencereden gördüm. Arabama haince baktılar, yiyecekler sanki. Deli Süreyya , aldın mı ağzının payını. Sabaha karşı birkaç saat dalmışım. Arkadaşım geldi;
_Süreyya, hadi kahvaltıya.
Bilmez ki, Süreyya sabaha kadar nöbetteydi.


Bilmez ki, Süreyya birde ayı gördü hani şu dört ayaklı olanından.
Sızlanma Süreyya sızlanma adam takıntılıymış işte sana anlatmamış çanları.

Oysa güzel bir hayelle başlamıştı akşamım kayısı ağaçlarının altında bir güneş batışıydı hayalim,her neyse hadi bakalım köy kahvaltısına dedim
One olamaz böyle bişey işte bu kahvaltı geceyi çakalları ayıları çıngırakları unutturacak kadar güzeldi.

Başladım aç kurtlar gibi yemeye.Havadanmıdır sudanmı bilemedim köy hayatı bana uzak bir duyguydu ama her şeye rağmen alışmayı öğrenmişmiydim.
Beklide o kadar olumsuzluğa rağmen tekrar buraya gelmek isteyecektim.



Genede bu olumsuzluklardan kurtulup yaşadığım anın tadını çıkartmam gerekiyordu...Yoksa böyle burda kalmak heleki çıngırak sesleri ile çıldırmamak mümkün değildi.Bir an duraksadım...Yok yok yapamıyacaktım gelmişti bana gelenler, ama hayatta hep istediklerimiz ,yaşamak isteyipte yaşayamadıklarımız olduğu gibi , yaşamak istemeyip yaşadıklarımızda olucaktı ve işte ben şu an böyle bir ikilem içerisindeydim...Kalmak ve gitmek....

Hayır güçlüyüm ben elbetteki başa çıkabilirim,kaldırabilirim topu topu kaç gün ki....Başarıcamda yani en azından öyle umuyorum...Ummuyorum canım yapabilirim bunu tabiki de....


Cumartesiyi dağda gezerek ve spor yaparak geçirdik.Bu uykusuzlukla ve baş ağrısıyla ne işkence oldu anlatamam. Arkadaşıma şu çanları toplasak, giderken assak diyeceğim, kız o kadar mutlu ki onlarla.Onu hayretler içinde seyrediyorum.Öyle böyle ormanda, sonra arabayla indiğimiz deniz kenarında oyalanıp eğlenip akşamı getirdik yine.Eve gitmek bana zulüm, arkadaşıma bayram.Tezat mı tezat bir akşam başlıyor yine.Yemek hazırlığı filan derken, Sühan bir şişe kırmız şarapla çıkageldi, yüzünde işini bilen bir gülümseme daha var kilerde diyor bir taraftan.Bu hafta sonu en çok sevindiğim şey bu şarap oldu.Alkolü sevmem ama, içince benim nasıl bebekler gibi uyuduğumu düşünürseniz başka çıkar yolumda yoktu.Sohbet yemek derken biz üç şişe şaraba banamısın demedik serin dağ havasında.Şimdi herşey o kadar güzeldi ki, rüzgar, çan sesleri, çam ormanlarının o ferah kokusu.Demeyin keyfime, ohhh be.Sen nelere kadirsin be şarap, sana bu kadar minnet duyacağımı hayal bile etmezdim.


Ben nihayetinde gece bebekler gibi uyudum, o serin dağ havasında.Sabah Sühan beni yine o eşsiz kahvaltı sofrasına çağırdı, koşa koşa indim aşağıya.Şaraptan başım ağrıyormuş, hiç önemli değil, ben bütün gece deliksiz uyudum...Ve bu gün pazar evime gidiyorum.Kahvaltı bitti, yavaş yavaş hazırlandık.Arabaya yerleştirirken eşyaları dönüp baktım eve, şarap olduğu sürece yaşanabilir bir yersin aslında çanlarına rağmen, diye geçirdim aklından.Zavallı Sühan benim oradan çok mutlu ayrıldığımı düşünüyordu.


Haftaya yoğun bir tempoyla başladık yine.Reklamlar, kampanyalar, off offf.Acaba gelmesemiydim dağ evinden?Aman ha, hemen silkelendim.Bu arada ben bir şirkette reklam müdürüyüm, ismim de Süreyya.Sühan da benim şirketten arkadaşım, çok iyi bir kızdır.Çanların hezimetini anlatacağım derken kendimi tanıtmayı unutmuşum.Yoğundur işimiz tahmin edersiniz ki.Hafta yorucu ama çabuk geçer çalışırken.


Derken, yine cuma oldu.Tatil.....Ne bileyim Sühan her hafta gidermiş dağ evine, yine gülerek geldi odama;
_Gidiyor muyuz?


Ben ne cevap vericem şimdi Sühan'a.

_Şarabın var mı yada başka bir şey on şişe kadar?


Kahkahalar peşi sıra.O an anladı benim ne eziyetler yaşadığımı.Seviyorum seni herşeye rağmen dağ evi.......




Bittiiiiiiiii..................

Ben ve değerli iki dostumdan bir karma...

21 Aralık 2008 Pazar

SAKLAMBAÇ BİTTİ




Bitti artık, buraya kadarmış.
Saklambaç oyunuydu bu çocukluğumuzdan kalma.
Ben ebe, sen saklanan,
Ben sobeledim, sen kaçtın hep.
Çocukluktan kalan son anı, son dem.



Bitti artık, masalın sonuna geldik.
Uyuyan güzel, bir öpücükle uyandı.
Rüyaymış meğer bütün bir oyun,
Uykunun son demlerinde görülen.
Sabaha karşı soğuk terlerle biten.


Bitmiş, ben bilmezdim uyanana dek.
Masalların sonu böyle olmazdı bildiğim.
Prensler savaşır, kuleden kurtarır güzel prensesi.
Ya sen prens değilsin, ya da ben uyuyan güzel prenses.
Bitti ama yanlış yazılan cümle nerde bu masalda?


Yeniden yazmak gerek tüm hikayeyi.
Güzel prenses kuleye hapsedilmiş,
Varsın bu sefer de bir şövalye olsun atı üstünde gelen.
Yalan olmasın, masal olmasın.
Bitmesin, yeniden başlasın.


Saklambaç oynayalım yeniden,
Çocukluktan kalan anılarla.
Bu kez ben saklanacağım sen ebesin şövalye.
En güzel oyunun olsun bu saklambaç.
Bitti artık, bu son oyun dedirtmeyen…



Mavisihir

19 Aralık 2008 Cuma

SARHOŞUM DOYASIYA

İçtim sabaha kadar,
Sebebim sensin.
Terk edişlerim, özlemlerim.
İstediklerim ve istemediklerim.
Hayatın bunca karmaşası içinde,
Benim tek dileğimsin.


Sarhoşum, şarabım demindeyim.
Senden ayrı, senden uzak,
Senin tadından hiç ayrılmamış.
Senle dolu, senle yaşayan.
Hangi sevdadasın sen?
Bulamadığım.


Yıllardır özlediğim,
Belki de her başlangıçta seni aradığım.
Sonlarda yine karalar bağladığım.
Hangi sevdasın sen?
Arşın arşın yollarda,
Fersah fersah denizlerde aradım seni.


Gördüm ki, sen hayalmişsin,
Bunca yıl peşinden koştuğum.
Belki aşkta yok aslında.
Belki o sevda masalları da.
Oysa ben onlara inanmış bulundum,
Bir gün sen geleceksin diye.


Sarhoşum bu gece ben,
Şarabın dibine vurmuşum sevdadan.
Sevda içiyorum derken,
Senle şarap birbirine benzemiş.
Sevdam yıllandıkça büyür, güzelleşir.
Sen de eskidikçe daha çom severim ben seni.
Bu gece sarhoşum doyasıya,
Senden, sevdandan…


Mavisihir

SESSİZ VE SENSİZ


Issızlık mı yaşadığım yalnızlık mı?
Şarkılarla sürüklendiğim bir sokak dansıydı belki.
Çiçekler içinde raksettiğim,
Adımlarımla resmini çizdiğim.


Sessiz ve sensiz bir dans bu,
Sokakları arşınladığım.
Köşe başlarında saçlarımın yüzünde gezinmeyi özlediği,
Başımın döndüğü sevdadan ve kokundan.


Özlemlerin ateşi var adımlarımın altında.
Çıplak ayaklarım yanmış, yüreğimin ardından.
Ne su söndürür, ne de toprak acımı.
Sessiz ve sensiz kalan bir dansçıyım ben,
Yalnızlık rakslarında salınan.


Elimden tut, rüzgarda dans et benimle.
Saçlarım yüzünde dolansın yine.
Başım dönsün, efsunlu kokunla.
Seninle senle dolu bir dans olsun bu son dans…


Mavisihir

17 Aralık 2008 Çarşamba

GÖZYAŞIMSIN



Bir damla senin için akıttım bu gece kalbimden. İçimde hayalinle, yolda tek başıma olmak çok dokundu yüreğime bu gece. Terk eden bendim halbu ki değil mi? Sözlerin kulaklarımda çınladı, an oldu. Bir yokluk yaşıyorum ama eksik olan sen misin ben mi bilmiyorum. Anlamların hepsi iç içe girdi bu gece. Geçmiş sürekli acıyan bir yara oldu içimde. Sen de geçmişte kalsan ne olur sanki. Bir sünger çekmek hayata, tam gücüme ulaşmışken nerden çıktı şimdi bu gözyaşları? Neden yine sen, yine aşk? Düş yakamdan artık aşk, sana söylüyorum. Seni seviyorum demek acı veriyor dedim kaç defa.


Gözyaşımsın dedim sana o zaman. Her damlada seni biraz daha yitirdiğimi bilirken, ağlamak zorunda olmak çok acı geldi bana. Tutamadım zamanı, aşkı ve kendimi. Yitirdim, yittin… Şarkılarda yaşamak kaldı geriye senden ve benden. Biliyorum sen de sakınıyorsun kendini. Olması gerek bu, yaşam öyle bir tuzakmış yitirten, bitiren. Ağlatan bir sevdaymış hayat. Her damlada sevilenle birlikte kendinden bir gün daha öldüren, yüreği kanatıp kurutan bir tuzak. Savaşamadım, yenildim. İtiraf saatlerinde söyleyebiliyorum ancak cesaretsizliğimi. Kaçmak zorunda olduğum, gitmek için kendime nedenler bulduğum.


İki damla oldu bu gece akan, biri sen diğeri de ben. Tutulmayan sözler uçuştu odamda. Sayfalara düşer, resim olur diye bekledim. Belki de bencilce ama özledim. Sen duyma bunları, ben kendimle konuşuyorum sadece. Savaşım kendimle, sevdam kendimle. Karma karışık olan zihnimle, yüreğimle. Direkler üzerinde bir kule buldum saklanacak. Çıkışta zor iniş de. Bütün seslerin yüksek olduğu bir yerden buraya kaçıp saklandım. Hiçbir şey duymak istemezcesine. Sadece yalnızlık şarkıları yansıyor yüksek duvarlardan. Aşkların ardından yaşanılan yalnızlıklardan…


Gönlüm kırılmış, gözyaşlarım akmış, neler akmış zamandan. Süslü kelimelerin bile anlamları yok oldu bu gece. Tek bir geceye sığsın bu hüzün ve kara bir tren sireniyle uyanayım bu rüyadan. Beni başka bir yere götürecek olsun bu tren. her şeyden, sevdadan, senden uzak olan, sadece benim olan ve sadece ben olan. Gözyaşım senin için aksın bu gece. Hüzünlerden siyah zambaklar koydum vazoma. Beyazlar sendin bir zaman, şimdi siyahlar ben, kara gözyaşlarım. Sen de o karaların içindesin ya hala. Benim sadece bana kaldığım bir yerdeyim ben şimdi. Kendimi kandırdığım sadece….


Mavisihir

Gönül Kalemim


Gönül Kalemim

Mürekkebim bitti sanki bu gün.
Sayfalar bana kızgın biraz.
Bense biraz hırçın, biraz da öfkeliyim.
Sana değil tavrım gönül kalemim.
Geçmişimin artıklarına,
Yüzsün ve arsız hatıralara...


Desem, git bana gelecekten bir kaç kelime getir.
O arada ben de doldurmaya çalışsam seni.
Kederlerimi senden saklıyorum.
Alışık değilsin sen benim, hırslı hikayelerime.
Kırılır kaybolursun diye korkuyorum.
Bu gün sen beni böyle bil.

Benim mürekkebim bitmiş,
Gönül kalemim....

15 Aralık 2008 Pazartesi

Nereden mi?

Nereden diye sorma bana.
Sensiz bir denizden yolculuğum.
Ucu da yok başlangıcı da.
Senden önce başlamayan bir hikayenin sonu sanki.
Sanki,yıllarca önce yaşanmışlıkların eskidiği bir defterden.
Belki de, hiç başlamamış bir sevdanın bitiminden.

Kederlere veda edeli çok oldu diye,
Seni sevdiğimden beri,acının düğünlerindeymiş bu hayat.
Nereden diye sorma bana.
Sensiz ıssız kalan bir sevda ülkesinden geliyorum.
Uzun upuzun bir hikaye bu.
Asırlarca kendi kendime anlatıp dinleyeceğim.
Nereden diye sorma bana.
Son ve tek doğru cevap var aslında bildiğin.
SENDEN......


Mavisihir

NERDE SAKLISIN SEN?




Nerde saklısın sen?
Hayatın içinde mi yoksa dışında mı?
Yoksa ufacık bir tohum musun toprağa düşen.
Yüreğimde yeni yeni yanmaya başlayan bir ateş mi yoksa.

Ilık bir rüzgar var bu taraflarda imbatın yerine.
Martı çığlıklarını duyar oldum artık.
Şarkı söylermiş onlar gün batımlarında sevdalara dair.
Hasret kokuyor artık deniz akşamları.

Mavi bir ufuk olmuş sevda gözlerimde.
Senden uzak ama, içinde sen olan.
Nerde saklısın sen?
Yoksa bakmadığım tek yerde mi?
Bende mi?



Mavisihir

12 Aralık 2008 Cuma

SENDE KALSAYDIM EĞER


Sende kalamazdım o kadar yaşanlardan sonra. Kırılan vazolar gibi oldu hayatımız. Yap boz oyunlarını çocuklukta bıraktım ben. Sen daha yeni geçtin çocukluk zamanlarını. Senin kayıplarının sorumlusu değilim ben. Tüm faturalarını bana kesemezsin hayatın. Tıpkı gelgitlere döndü bu aşk zamanla. Hırpalandı/ k ve hatta hırçınlaştı/k. Kaybettikçe karaladın, güneştim ben sen beni katranla boyamaya çalıştın. Hiç mi görmedin senin hayatına yaydığım ışığı? Şimdi ne kadar geç oysa. Bütün bu feryatların bir uçurumdan yuvarlanıp gidiyor farkında değilsin. Sıra sana gelecek feryatlara takılıp ve sen de yuvarlanıp kaybolacaksın.


Benim için kocaman bir kara deliksin artık. Takılıp kalamayacağım ya de demir atamayacağım. Geniş bir ufuk vardı eskiden önümüzde senin göremediğin. Değil ben sana kimse yetemez ki.Ben neyi öğrendim biliyor musun? Aşkı bulmak kolay, rüzgar gibi aşk. Her yönden benim saçlarımı uçuracak bir esinti var. Zor olan yaşatmak, yaşamak, taşımak. Öyle bir yürek gerek ki bana, senden ve senlikten uzak. İsyanlarıma kulak verecek bir yürek, bana bakmayacak beni yaşayacak bir yürek.


Bir beden değilim ben sadece. Sadeliğim, saflığım, can ve cananım, nalanım, bir tomar sevgiyim ben. Ruhum,belki içmeye muhtaç olduğun su, belki de soluduğun hava. Her nerde görüyorsan beni oradan oku bu satırları. Ben sende kalamam artık. Ben sadece bana ait oldum çoktan. Kilitler vurdum kapılarıma, pencerelerime. Bazen gün ışığını bile almıyorum içeri, beni alıp götürecek diye. Savunmasız ve ürkek bir yürekte, korkak bir can oldum. Tek bir yere borcum var benim. Onu ödemek için bekliyorum. Nerden okuyorsan bu satırları, bir daha senden kalmaya çağırma beni. Seninle olmaz artık. Çok geç kalmış hayat sana,oysa ben çok bekledim seni kapılarda.


Ben sadece bana aidim artık, kimse istemesin beni benden. Haydi bana eyvallah, yolum uzun kilitlerin altında. Sende kalamam artık ama benden başka bir yerde asla. Sakın oralarda arama beni, yorulma. Senin bulamayacağın bir yerdeyim ben, artık bendeyim. Sende kalmalarımla kayıp zamanlarımın yaralarını sardım, bekliyorum….


Mavisihir

Gitmek Zamanı Şimdi


Gitmek Zamanı Şimdi


Gitmek zamanı şimdi, duramam.
Ardımda kalanları düşünmekten kaçıyorum asıl,
Senden değil.
Geçmişin hüzün çöken anılarından kanadı hep yüreğim,
Eski küflü kokusu yaktı nefesimi.

Senden değil kaçışım,
Kendi geçmişimden.
Yanlış ya da doğru, kimbilir?
Düşünmek zamanı değil şimdi,
Gitmek zamanı biran evvel.

Trenin acı sireni duyuldu ötelerden.
Son bir veda bırakayım benden sana hatıra.
Gitmeler zor evet, belki de kalmalar daha zor.
Ama bende vakit çok çabuk geçti.
Gitmek zamanı şimdi.


Mavisihir

10 Aralık 2008 Çarşamba

Şarapsı Kokularım



Eskilerin tadı vardı sanki,
Aşkın kokusu da, odamınki de aynı kesiflikte.
Eski sararmış kitapları okumak istiyorum şimdi.
Ellerim rafları tarıyor durmadan.
Hep aynı kahraman var sanki her ciltte.
Her sayfada aynı konuşmaları yaparken buluyorum onu.
Hiç değişmez mi acaba diye düşünüyorum,
O eski kesif kokuyu içime çekerek.
Geçmişten bu güne bir köprü kuruldu sanki bu gece.
Bir ucunda ben, gelecek mi geçmiş mi belli değil.
Sadece duyduğum bu koku çok eski.
Şarap kokusunu andırıyorsun bana,
Mahzende belki yüzyıl bekledin bu gün çıkmak için.
Yıllanmış ama sade,
Eski ama saf,
Eskiliğin bana kendimi hatırlattı.
Belki ben de çok eskilerden kaldım bu odada.
Antik bir silüetim belki, asma bahçelerinden gelen.
Belki de, şarabi sevdamı ararken yolum senden geçti.
Eskiliğime geri dönmek istiyorum,
Yine o asma bahçelerinde yanı sıra açmış çiçeklerin arasında,
Senin, senin izlerinin kokusunu istiyorum nefesimde.

Şarabi sevdam,rüyaymış meğer, bitti.
Yine aynı raflarda ellerim.
Sararmış yapraklardan kitaplar.
Artık birini seçmem gerek, oyalayamam onları daha fazla.
Kapakta ne yazıyor biliyor musun?

Geçmişin şarap kokuları……

Ve yine sen sevdiğim,
Eski şarap mahzenlerinden yıllanıp çıkmış sevdam,
Köprünün bir başı ben bir başı sensin artık.
Geçmiş de gelecek de şarabi bir sevdaymış meğer.

Mavisihir

9 Aralık 2008 Salı

KISA FİLMİN GÜN DÖNÜMÜ

Hayatın neresinde duruyorsun sen? Parmaklıklar arkasından yaşama ve bana bakmak nasıl bir şey merak ediyorum. Ama en kendimi senin gözünle asla göremem ki, senin baktığın ufka bakamam ben. Başka yerlerden başka gözlerle gördüğümüz iki ayrı dünya var bizim önümüzde. Ne sen benim dünyama, ne de ben senin dünyana karışabiliriz. Ben ruhtan oluşmuş bir varlık taşırken bu bedenimde , sen etten kemikten bir yığın taşıyorsun. Nefret değil bana bunları yazdıran, sadece acımak. Küçük kalmış bir hayatın nereye tutunacağını bilmeden, öylece savruluşunu izlemek uzaktan. Amatörce çekilmiş kısa bir film gibisin sen aslında. Yöneteni ve oyuncusu olmayan, kara mizah dediklerini. Senin haline kimler ağlardı eskiden, şimdi benim güldüğüm kadar…..


Filmlerin hep kahramanları, yönetenleri ve hatta figüranları olur benim bildiğim. Biz hangi senaryoyu oynadık senin o küçük kafanda? Yanıtsız kalmış sorular dolu bir senaryo bıraktın önüme.Bir baktım benim oynayacağım tek bir sahne yok. Ne işim var benim bu sette o zaman? Çantamı kaptığım gibi attım kendimi bir sokağa. Sokaklarda artık bendim, kendi senaryom vardı elimde. Ben olmak, tek olmak, benzersiz olmak. Biliyordum ki, şimdi biraz megolaman olma zamanıydı. Senden uzak oluşumun ilk gün dönümünü bana sıkıca sarılıp sahip çıkarak kutlayacaktım. Aldım şampanyamı elime. Evet duvarlarımı süsleyen dostlarım!
Sizleri unuttum ya da ihanet ettim sanmayın.İlk gün dönümümü sizinle kutlamaya geldim.


Uzun bir tutsaklıktan çıkmış gibiyim sanki. Prangaların çözüldüğü, zincirlerin koptuğu bir kuleden aşağıya rengarenk çiçeklerin açtığı masal bahçelerine düşmüş gibiyim. Buna ne kadar düşmek denirse, iyi ki buradayım.Evet, kısa metrajlı filmden geldik, benim bitip tükenmek bilmeyen masalıma.Şampanyamı açtım, kutluyorum ilk gün dönümümü. Özgürlüklere açılıyor tüm pencere ve kapılarım artık. Sorgusuz sualsiz, alıp başımı gidebileceğim bir bahçem var önümde. Binbir renk, birbir gece masallarının o güzel senfonileri fonda çalınıyor. Rüzgarla dansediyorum, saçlarım savruluyor güneşe doğru. Altın rengi hakim olmuş güneş ve saçlarıma. Her yerde en sevdiğim zambakların her renginden, binbir aroma doldurdu nefesimi. Şampanyamın son yudumunda yeni güne girdim, meğer ne kadar geç kalmışım ben hayata. Koşsam yetişir miyim sevdalara, mutluluklara……


Mavisihir

8 Aralık 2008 Pazartesi

YOL…………



Keşke beni, içimdeki benden bahsediyorum sana,
Kırmadan terkedip gitseydin.
Ayrılık dansını yaptığımız o anı hatırla.
Gözlerinin içinde gördüm kendimi,
Rüyaymış şimdi anladım…

Sensiz uyanınca gördüm hangi hayallere daldığımı,
Sensiz nefes alınca yorulduğumu hissettim.
Önümde duran o birkaç adımlık mesafe,
Sana gidemeyişime inat,
Reddediyorum yürümeyi.


Yol arkadaşım,
Sen gereksin bana, adım atabilmem için.
Mavi kaldı adım sensiz bu sayfalarda,
Senin kızıl gidişinle kanamış bir ucum.
Fark etmedim.


Hüzün çalıyor kulaklarımda,
Özlemlerin şarkısı vardır derdin de,umursamazdım.
Her yönde, her yerde dinler oldum ayni melodileri.
Sensizlikmiş bu, yol arkadaşım.
Sensiz maviyim, seninle yeşil….

27 Kasım 2008 Perşembe

BU SON GİDİŞİM


Geride kalan her şeyi unutmak istiyordum bir çırpıda. Otobüsüm perona yanaşmış büyük bir tören havasında herkes beni bekliyordu sanki. Geri dönmek bana ait olanları toplayıp almak istediğimde hep o bakışını getiriyordum gözlerimin önüne. Yangınlar vardı yüreklerimizde ama çıkar yol yoktu bu terk edişten başka. Biliyordun sen de. Öyle bakma bana bu kapıdan son kez çıkıp giderken. İçim acıyor dedim sana ben çok zaman önce. Ne sen ne ben erteleyemedik bu gidişi. Sanıyorduk ki bu rüya hep sürecek her şey aynı kalacak. Kim kandırdı seni böyle? Umutlandım, umutlandın sevdaların gelip de gitmeyeceğine dair. Pazarda o satıcıların çığlıklarının arasında bile seni dinler oldum ben. Çığırtkanların her gün sokaktan geçerken, özellikle bu pencerenin altında daha çok bağırdıklarını bilir misin? Belki sen de duymuşsundur bu sabah. Sana beni duyurmamak için geldiler değil mi? Öyle hissettin biliyorum. Ben de şimdi öyle hissediyorum, kader değil sanki bu olanlar. Kısacık, bir perdelik bir oyun….


Tören bitti ve benim gitme saatim geldi. Nedendir bilmem, gözlerim seni aradı birden otobüsün dışında. Çıkar gelirsin belki. Belki bana; gitme kal benimle her şeye rağmen dersin diye ümitlendim işte, öyle çocukça. İnsan hep kavuşmalarda çocuklaşır bilirdim, ayrılıkların da aslında küçücük bir parçası inceden yakarmış yüreği çocukça. Öksüzlük, yetim kalmak gibi bir şey bu. Doğru, hayatımda sen varken her şeye sahiptim çünkü. Şimdi hiçbir şeyim yokmuş gibi geliyor bana. Çocukça ağlıyor gözlerim, dün kendime olgun bir söz verdiğim halde. Yüreğim senle küçülmüş saçlarımdaki aklara inat.


Sen gitme, kal benimle… diye tekrarlarken sen kapıda, ben sokakta topuklarımın seslerini dinledim senden uzaklaşırken. Sesler uzaklaştıkça yükseldi, başka hiç bir şey duyulmaz oldu sokaklarda. Herkes biliyordu sanki bu son gidişi. Öylece camdan yola bakarken bunları geçirdim aklından. Bir taraftan da kızdım herkese, neden engel olmadınız bana sanki. Onu orada bırakıp gitmeme göz yumdunuz. Şimdi nasıl, kimsesiz, çaresiz kaldığını görüyor musunuz sizler? Siz ben olabilir misiniz hiç, benim boş bıraktığım koltuğu doldurabilir misiniz? Senin dünyanda bir koltukluk anım kaldı sahi benim. O koltukta geçen bir saat…


Nasıl da kaptırmışım kendimi bu ne olduğunu bilmediğim, isim veremediğim şeye. Aşk, bilmem ki ben onu, nedir, nasıl yaşanır, yakar mı, yakmaz mı? Yalnız insanların dünyasında yolları bir kapıda kesişen iki insan. Öyle çok yağıyordu ki yağmur, isyan ettim ben o yağmura biliyor musun? Çok yorgun ve ıslaktım, çaldım kapıyı. Üşüyordum, çok üşüyordum hem de. Sıcak bir çaydı istediğim ama gözlerinde kaldı her şey. Koltuk, evet orada kaldı ruhum. Dondum sanki, hayat ilerlemedi birden. Çayı yudumlarken hiç konuşmayışın, o sessizlik o kadar çok şey anlatıldı ki sanki. Gözlerin valsi dedim ben sana, varsın bu isimle kal hatıralarımda. Bir saat, güneş çıktı yağmurun arasından. Pencereden dalıverdi ışık hüzmeleri.


Gittikçe geride bırakıyordum o şehri. Ayrılmadan önce, hiçbir şeyin tutmadığı bu şehirde, bir şeylerim kaldı benim. Zamanın hangi çarkındaydın sen, nerde kadın hayatıma gelirken? Neden soruyorsam sana bunları, ,insan işte…. Saatleri ve kilometreleri bıraktım geride. Yeni bir hayat için çıkmıştım evden.Yeni yollarda, yeni yerlerde, yeni insanlarla devam edecektim kaldığım yeri biraz ileriye sarıp. Ama sen, aklım sende kaldı benim. Bu son yolculuğum benim, dönüşü yok, molası yok, durağı yok. Göçebe bir hayat benimkisi belki kim bilir? Her güzel sokakta bir anım olmadan yaşamak, her sahilde izlenen kızıl mavi gün batımları. Ve o koltukta yaşanan bir saat, sadece gözlerin valsinin yaşandığı,yudumladığım sıcak çay…


Bir gün ben dönecek olursam, lütfen o kapının ardında dur ya da sen de al kendini oradan, çık son yolculuğa. Kim bilir belki yine kesişir yolumuz bir gün batımında? Söz şarabımı paylaşırım seninle o gün batımında, son yolculuğumun son hatırası…..



Mavisihir

20 Kasım 2008 Perşembe

AŞK KIRINTISIYMIŞ YAŞADIKLARIMIZ


Çok korkuyordum hayattan, o kadar örselenmişti ki yüreğim o güne kadar. Yeni doğan günden bile kaçırıyordum gözlerimi artık. Tek gördüğüm karanlık dolu, eski zamanların kokusuyla dolmuş boş bir odaydı. Duvardaki tablo, neydi o resim? Geçmişimin gölgesi peşimde miydi hala? Ben kaçıyordum,onlar da hiç hızları kesilmeksizin peşimden geliyordu sanki. Bıkıp ta usandığım acıların hepsi sanki işbirliği yapmış beni ezip yok etmeye çalışıyorlardı. Önüme çıkan her kapıdan gireceğimi fark etmeden kaçıyordum her şeyden. Aslında onun söyledikleri doğruydu, bekli korkaklıktı benim yaptıklarım. Işık nerden geliyor, nasıl buluyorum yolumu hatırlamıyorum. Tek istediğim arkama bakmadan koşmak, kaçmak, her şeyden uzak olmaktı. Kaçtım en sonunda ama…..Nereye?


Zalimleşmiş bir yaşam, zalimleşmiş insanlar ve kara yürekleri. İşte beni bekleyen yine buydu. Yılgınlıklarım biraz azaldığı anda , yakalandım yine. Umutlandım bir an, acaba o mu diye. Yüreğime akan sıcacık bir şeyler vardı, içimi ısıtan. Kabuklarımı çıkardım kendi ellerimle bir bir. İçimdeydi artık yeniden sevgim. Küskünlüklerimi bir tarafa atıp sıkı sıkı tutunuyordum ona. Odamın o geçmişten kalan kesif kokusu yok oldu, bahar çiçekleri açıyordu sanki her bir köşede. Dilimden bir şarkı dökülür oldu, sana dair sevgiyi aşkı anlatan. Bitmeyecek sandığımız hikayelerden birini okumuyor yaşıyordum sanki.


Eskilerden bir tat, sanki çok öncelerden tanıdığım bir kokuydu şimdi hissettiğim. Bir taraftan korkuyordum, bana çok az zaman önce kuruyan bir yarayı hatırlatıyordu bu hisler. Ama elini uzattığında tutmaktan kendimi alamadım. Senin rüzgarına bırakmıştım kendimi çoktan. Nereye götürecek ne olacak diye düşünmeden geldim peşinden. Öyle bir eşsiz bir maviliktin ki sen, gözlerimi, gönlümü senden alamıyor, seni kelimelerle anlatamıyordum. Uzun süreceğini sandığım bir yolculuğa çıktım senle sorgusuz sualsiz…


Zaman her zaman mutluluklara gebe olmuyor, nerde başladı hatalar? Kırmaya ve kırılmaya başladık anlayamadığım bir zamanda. Hikayemin ortasına gelmeden sona geliş çanları çalıyordu kulaklarımda. Kısacık bir zamanda kırmaya ve yakmaya başladın sana dair güzelliklerimi. Harcanamayacak kadar değerliydim oysa…Kırılmayacak kadar ince zarif. İlk yalan, ilk kavga, ilk aldatış…İlkler oldu ama sonrakiler asla son olamadı , yazık….Sevmiştim oysa ben seni, senden de fazla. İnsan içine yüreğine sindirir ya bazen, öyle sindirdim ben sana ait olanları hep. Başka birinin elini tutmamam için hiçbir sebebim yokken, hep aklımda yüreğimde sen varken, sennnnn?


Bana sakın senden bahsetme, duymak istemiyorum. Yangınlarımı söndüremeyen sen, sevgimi taşıyamayıp ta altında ezilen yine sen. Hey sen! Neden ben? Aldatmak için, kırmak için, yalanlarınla yüreğimi doldurmak için neden ben? Aşka asi olmak var benim içimde artık. Hep kırıntılar kaldı önümde yüreğimde. Aşk kırıntısıyla doyacak kadar küçük değil benim sevdam da, yüreğim de. Sen, her şeyin sebebi de sensin bedeli de. İsyanlarımın elebaşısı da sensin, savaşlarımdaki mağlup olan tarafta sen.


Yüreğimin en büyük isyanına oynuyorum artık, bitip tükenmek bilmeyen özlem dolu, aslında olmadığını bildiğim sevdama. Senden arta kalan, küllenmiş anılara. Aşk kırıntılarıyla doymuyor bu yürek, öyle büyük bir sevdayla gel ki, o kendini arşta sanan aşk bile kıskansın bu yüreği. İsyanlarım hep sana aşk , kırıntılarını da al git. Ben büyük, büyük, büyük bir yürek oldum artık. Sevdamın rengiyle boyamadan seni, git……………..



Mavisihir

16 Kasım 2008 Pazar

UMUTLARIMI SORDU HERKES

Bir an oldu mu acaba umutlarım diye sordum o gece. Yalan sevdalardan eskiyen yüreğime ne kadar acı geldi yanıtlar. Demek ki umutlarımı kurak topraklara diktim diye geçti zihnimden. Yağmurla yeşerirken ben, sen kendi hesaplarının peşinde sersefil olacaktın. Bunu bile bile kırdın yüreğimi. Aşk, ihanet ve yalan….Köşe bucak kaçtığım, tatmayı bırak koklamaya korktuğum sen ve...Neyse, dilimi ve gönlümü yorsam ne çare. Öldük ve tekrar doğduk yalnız ve korkusuz olmak üzere.


Sokak lambalarının etrafını sarmış ateş böcekleri. Kasımın hüznünde ağustos sevinci yaşamak kadar tezat bu hayat ve getirdikleri. Şiirler, hikayeler hatta masalar yazılmış sevdaların üstüne. Öğreten ve yol gösteren bu kadar çok mefhum varken… Yine hazan, yine hüsran… Gönlümün kapısına çekilen sürgüye baktım bu sabah. Hiç kımıldamamış bu kadar fırtınalıyken hayat. Belli ki sen de, sevdan da yoktun aslında. Nasıl bir rüyaya dalmaktır bu? Kabusları hiç sevmem aslında, çok gece hıçkırarak ve terler içinde uyandım sen çökünce rüyalarıma. Ama yine başladın, kaldığın yerden. Çocukken dinlediğim arkası yarınlardan çıkıp gelmiş olamazsın diye düşündüm hep. Ya da ne bileyim işte, her nereden geldiysen.


Aynı dili konuşmak, bir göz ucuyla bakmak yüreklere. Zor olan değil de, yürekten geleni yapmak görmek. Nerde eksik bıraktım hikayeyi diye düşünürken, işte; tam bu noktada. Sana hep nokta koymak gerekliymiş aslında. Virgüller sadece benim umutlarımı kovaladı bu sevdadan. Ne sen büyüdün ne de ben….


Bir gün, bir çift yeşil göz geldi karşıma. Silkeledi beni. Neredeydim, ne yapıyordum ben? Bu hayat, benim bıraktığım yerde durmayacaktı asla. Ben de hala bir adım geriden takip ediyordum gidiş ve gelişleri. Tek başıma olmayı ben seçmiştim şu koca deniz şehrinde. Gidecek olsam da, kalacak olsam da geride kalan ben değil, sen olmalıydın. Son noktayı koyarken sana acımayan ben, hayata bakarken de kendime acımayacaktım artık. Verilen sözlerin tutulacağı bir hayat var önümde. Belki artık bütün renklerin aynı noktada birleştiği, sadece beyazın hükmünün geçtiği bir hayat ve şehir.


Umutlarımı soranlara cevabım sen değilsin, benim artık. İsyanım aşka dedim, hayata değil. Aslında soruyu soran da bendim kendime. Umutlarımdan kime ne? Düzen ve sürekli dönen bu çarkların içinde umutlarımı umursayan sadece benim bunu biliyorum. Başka renklere ve kokulara ihtiyacım olmadan, belki yürümeyi yeni öğrenen çocuk gibi düşe kalka bulacağım yolun sonunu. Kimin umurunda ! Varsın umutlarım bana sorsun bu sefer; hey, sen ! Nereye böyle alelacele?

Senin gidemeyeceğin yere……………


Mavisihir

13 Kasım 2008 Perşembe

HÜKÜM

Sevdamın hükmünü sorarsan eğer ,
Ölümden başlar, derdim sana.
En derinden ,
Yüreğimden gelen ve yitenlerin,
Cezası olurdu ölüm eğer yakışacağına inansaydım.
Acımak var şimdi sana ait içimde,
Bulutlara değen sevdamın yerine.


Yokluğunun yerine koyamadım hiçbirşeyi bir zaman.
Sonra sensizliğin tadını da öğrendim.
Batan güneşle karanlıklar gelirdi ya,
Eskidendi demek kadar güzelmiş, güneşin arkasında yaşamak.
Gün ışığında sana isyanlarımı masal yaptım,
Dilden dile, kitaplarda hece, kulaklardaki ses…


Rengi neydi gözlerinin, unutmuşum.
Anılarla gözgöze gelmeyeli beri.
Kırmızı ben, siyah sen…
Yemyeşil yaprak ben, kara toprak sen…
Hayat verecek olan sen,
Ölüme meydan okuyan ben…


Daracık bir pencere kalmış senden tarafta,
Işık değmeyen.
Karanlık odalardan bana akar olmuş tüm ışıklar,
Güneşin arka yüzüne inat.
Senin havada uçuşan yalan sevdalarından uzak,
Bir sıcak gönül var dilimde, içimde…


Hükmü hayat, hükmü sevda, hükmü sadece ben olan…..


Mavisihir

9 Kasım 2008 Pazar

KELİMELERİMİN SONSUZLUK VALSİ

Virgüllerle başladım hayatı yazmaya, resmetmeye. Kısa bir solukluk aralarda ruhumu dinlendirmeye çalıştım, şimdi anlıyorum bunu. Hata ya da doğru demeyeceğim geçmişime orada anılarımı bıraktım sadece ben. Yakan belki de yıkan anılar. Hesap vermeyeceğim, belki de dönüp de görmeyeceğim anılar. Eski bir yürek sancısı olmuş her şey. Güzellikle hatırlamak istediğim her anda biraz daha karabasanlaştırılmış bir hayat kırıntısı. Kırıntıları dilenciler toplar dedim anılara dönüp, sizi ait olduğunuz yere , sadaka mendillerine bırakıyorum. Yolda adım adı ilerlerken karşımda duran güneşin sıcaklığını hissettim o yaralı ve yorgun yüreğimde. Ölmeyen bir şeyler varmış hala bende dedim ve sevindim çocukça. Hala güneş ısıtıyor beni….


Yeni bir serüven miydi yaşamaya ve yazmaya başladığım? Gülücükler kulaklarımda, ilk gülüş, ilk bakış, ilk dokunuş. Küçük sıcacık bir el yüzümde gezindi, ısınıyordu heryerim. Deniz rengi gözlerdi içime işleyen, küçük ve yumuk yumuk. Anılarımın içinde kıymetli olan sendin deniz gözlüm. Belki de hayatın ta kendisiydin sen. Birkaç yıl önce seninle yeniden başlayan ve değişen bir yaşamdı her şey. Unutulmayan, terk edilemeyen bir aşktın sen. Mavilikleri görmek için denize bakmama gerek yoktu, sendin benim okyanusum……


Sonsuzluk işaretine yerini bıraktı bütün noktalamalar. Hayat imlaya isyan içindeydi sanki, bitmeyecek bir masal, bitmeyen cümleler hatta kelimeler. Uzadıkça uzadı sevdalar, mutluluklar. Yorgunluklar yoktu artık hecelerimde. Tekrarlanmaktan bir kenarda sızan kelimelerim şimdi valsler içinde dökülüyor sayfalara. Giden bir anının ardından tutulan yas bitti. Sana tutunuyorum şimdi, okyanusumdaki yosunlar gibi. Yeşille mavinin yan yana duşuru ve itiraf edilmemiş sevdalar gibi.


‘Aşkın rengi nedir?’ dedim birine. Söyleseydi ben aşkı bilmem diye yalanlarının peşinden gitmezdim. Sana geç kalışıma onu sebep tuttum deniz gözlüm. Karalar bağlamış, belki de küflenmiş yüreğine mahkum etmek istedi beni. Kendi yalan dünyasında hapsolmuş yüreğinin yanına benimkini de kelepçelerle bağlamak . Hırsız gibi hayatlardan günleri çalan, kendine ait hiçbir şeyi olmayan kara kapkara insanlar, korkuyorum onlardan. Ufacık pembe bir şey istedim bu hayattan. Saf olsun sevdalar, anılar, bakışlar.Senin bana elini uzatışına benzesin her şey.


Kelimelerin valsine eşlik etmeye geldim gözlerinde ruhum. Gözlerimi kapatıp seninle iki dakika istiyorum şimdi. Bulutlara uzandım seninle, beyaz kocaman pamuk bulutların altından gördüğüm mavi de senin gözlerin gibi. İşte bu , ruhumu ve yüreğimi alıp da giden, arındıran , dinlendiren sevdamsın. Gözlerinle gül bana, başını çevirip. Rüzgarda uçuşsun saçlarımız, güneş ısıtmasın yaksın bu defa. Artık kelimelerim dansediyor sonsuzluk senfonisinde. Ne virgül, ne nokta. Sadece sen, sonsuzluk işareti her hecemde….



MAVİSİHİR

31 Ekim 2008 Cuma

YARALARIMI SARMADAN GİTTİN….

















Yaralarım vardı tüm benliğimde , bedenimde. Sarılacak, merhem sürülecek, deva bekleyen, kanayan. Yüreğimde her an akan damla damla kanım var gömleğimde. Issız hallerimle geldim sana. Kimsesizdim oysa, senden önce. Oradan oraya salınan, rüzgarlarla limandan limana sürüklenen kağıttan bir kayıktı yüreğim. Kan denizinde balık arar mı insan? Ben seni aradım o kızıl denizde. Şarap rengi gözlerimdeki gölgeler, sensiz ve sığ kaldım. Sensizlik buysa iyice anladım.


Sevgiye susamışlığımı doyurmaya çalıştım senin o kara gözlerinde.Gölgeler gibi üstüme gelişine aldırış etmeden yaşadım sende seni.Aldanışları ve yalanları severek kabul etmenin acısı da içimde, ıssız kalmanın soğukluğu da. Çareler tükenmiş bu aşk için, sen kendi yolunu aradın bende kendi gözünle. Ben ikimize de ışık tutmaya kalktım senin o kara gözlerinde şovalyem. Zırhının içinde bilirdim ki, sen benimdin, içimdeydin. Tıpkı ben sende nerde duruyorsam , orada yapraklarım filizlendi.Çiçeklendim, hazanda baharı yaşadım, yaşatmaya kalktım.



Başka gönüller hasret değildim ben, susamışlığım , açlığım hep sanaydı. Sen uyuyan, ölen bir yüreği korkulardan aldın çıkardın. Ama beni öksüz bıraktın, hayal kırıklıkları oldu kucağında çiçeklerle gelişlerin. Bilmez miydin ben sana tabiydim ezelden. Her heceden çıkan sen, her solukta kokunla ciğerlerime sinensin/din. Günümü gecemi doldurdum ben senin hayalinle, bıraktığın anılarınla. Başka tatların peşinden koşmalarına, kızgınlıklarını perde yaptığın an. İşte bu andı yaralarımı deştiğin an. Ölüm bu olsa gerek sevdiğim. Sensiz kalmak, sensizlikten öte beni kaybettim ben seninle.


Canım yanıyor hala, kanayan yüreğim düşman oldu bana. Bağırarak, hıçkırarak söyledim şarkılarımı bu gece….


Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini,
Yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara.
Bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı,
Dizlerinin yerine dayasaydım taşlara…..

Her şeyin rengi yeşil değilmiş meğer, seni yitirdiğimde anladım bunu. Gidişinin kızıllığı şaraptan da koyuymuş meğer. Kan rengi laleler çıkmış gönül bahçemde, kan olmuş diplerine akan yağmur. Lalelere düşman oldum senin için, kanama doyurma onları dedim yüreğime. Ama sen bilmezsin ki, gönül dinlemezmiş ferman. Ancak akıl dinler sözleri….


Aklın esiri olmuş kanayan bir yüreğim ben. Düşmeden anlamadım sevdanın ne olduğunu. Duymadan anlamadım yalanların ne çok yakıp yıktığını. Yaşadığım karanlıklarla yürüyorum tek başıma. Yanıma yol arkadaşım sen, senin anların ve kokun. Esaretliğimin ve özgürlüğümün bedeli olan sen, yıllanmış şarap tadındaki sevdam. Sevmek koca bir hayal şimdi, sensiz yüzülen bu kızıl ufukta. Sensizliğin ta kendisi yüreğim. Bensizlik ise koca bir yalan, senin için...



Mavisihir

23 Ekim 2008 Perşembe

GÜNEŞTEN SAKLANANLAR





Gökyüzünde aradık güneşi hep değil mi? Yüreğimizde doğanların hükmü yoktu hiçbir zaman. Sıradanlıkların karanlığında gezmekten yorgun düşmüş bedenler ve zihinler. Bir mazini gelini tutarız düşmeyelim diye, bir geleceğe takılır aç gözlerimiz. her şeyin zamanında hakkettiği bir değer vardı oysa. Bizim vermediğimiz, hep önüne perdeler çektiğimiz. Hayat bir pencere camı olsaydı, perdeleri çekip geçmişi, geleceği ayırmak kolay olurdu. Ama değil…Aksine her gün bu gerçeklerle uyandığımızı bile itiraf edemedik yalnız odalarımızda. Bizleri tek dinleyen duvarlar olsa da. Aldanmış aldatılmış yüreklerimiz ve benliklerimizle kalakaldık soğuk gecelerde.Bir tarafımda geçmiş bir tarafımda gelecek. Cebelleştik karanlıklarda gelmek bilmeyen uykularla.


Hesap sormalıydım belki de bunların hepsi için sana. Beni yalnız bırakışlarını, aldatışlarını, beni hep o sahillerde bırakan yalanlarını. Nasıl da bıraktın beni kumsalda yapayalnız. Gün doğumlarını sensiz gönderdim şehrin üstüne. Sensiz uğurladım güneşi gurupların kızıllığında. Şarap rengi denizde senin silüetin belirdi birden. Senin duruşun gibi yalan, yalan kızıllığındaydın sen.


Yüreğimdeki yeşilden maviden kaçtın mı sevdiğim? Karanlıkların içinde beyaz kalacağını sandın, kendi aldanmışlıklarına harcadın hayatı. Geceler de güneş aradın sanki. Ben sana dünyanın bütün ışıklarını hazırladım bir köşedeki sandıkta. Çekip alabilmek ne kadar zordur o karanlık kızıllığı üstünden?


Bilseydim eğer o kızıl yürekte ben varım, kenar köşe bir yerde hala duruyor olsaydı o mavi ve yeşilden ufacık bir zerre. Elimi gelecek yerine sana uzatır ya çeker alırdım seni ya da seninle beraber karanlıklarda kaybolur giderdim. Zamanın herkes gibi bize de hediyesi bu oldu sevdiğim, hasret. Belki de sadece ben kabul ettim bu armağanı. Belki de senden yeşil gözlerinde kaybettin bunu. Karanlıklarda bunu mu arıyorsun yoksa? Arkanda duran kocaman ben ve yüreğimi görmeyecek kadar gözlerini siyahlara bürüyen kadere düşman kesildim gün batımlarında. Güneşe her defasında, yarın hiç gitmemek üzere gel bu şehre, dedim.


Yine gelmedin bu gün bu şehre, uzaklar diyarından. Güneş doğdu yine bu sahilde. Rüzgar sarı saçlarımda dolanıyor senin kokunla,ama soğuk. Üşüyorum, güneş hiç değmiyor sanki tenime sensiz. Giderken bir fanus kapattın üstüme sanki. Güneş girmez, el değmez, Gel de aç artık şu karakızıl kapıları.Sensiz donacağım ben bu altın rengi kumlarda kızıl mavi silüetini izlerken mavi sularda.Senli sevdaları özledim, seni sevmeyi de……….


Mavisihir

6 Ekim 2008 Pazartesi

Yorgunluğun hüznündeyim......






Niçin yaşadım, niçin savaştım? Bu sorularıma cevap aradım yaşadığım her günde. Doğrularım için ters düştüm tarzlara ve değişmeyen yaşantılara. Kavgalar, gürültüler, ardı sıra gelen küçük zaferler ve büyük kayıplar. İsyan etmelerimin beni nerelere götürüp bıraktığını şimdi biliyorum. Sevmedim ben buraları desem de, acıyıp da alır mı yaşam beni ilk başladığım yere? O zamanlar ki, ben hedeflerim için adım atıyordum üzerime gelecek kocaman örslerden habersiz.


İlk iki yılımı hatırlıyorum, heyecan, gençlik, merak, yaşama sevinci. Güzel ve olması gereken her şey vardı o zaman. Bir gün bitip tükenmişlik yoluna gireceğinizi hatırınıza bile getirmediğiniz, her şeyi istediğiz için yaptığınız ve mutlu olmak için katıksız uğraştığınız anlar. Hedefler her gün biraz daha yaklaşır o zaman insana. İnceden de bir aşk sızar gelir yüreğinize, daha bir asılırsınız her şeye. Ama o günlerin sonunda hedeflerden biri eline verilince aşka açılan yelkenli devriliverir bir deli rüzgarda. Zaman çoktur, acısı geçer, unutulur. Hayat, sana geliyorum işte. İlişiksiz ve sade, al yoğur beni.


Teslim olursunuz hedeflerin size verdiği süreçte. Zaman bu, akmaya başlayınca durmadan ilerler ve bir gün sizi bilmediğiniz bir durakta bırakıverir. Şansınıza, ya yemyeşil bir kır ve kumsal olur, ya da kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başı. Ayaklarınıza takılan taşlar her düşmede yavaşça kanatır dizlerinizi. Serüvenin ortalarında bir hayat ortaklığı başlar, büyür, meyve verir. Meyve büyüsün olgunlaşsın derken bir taraftan ortağınız durmadan yalan üretir ekmek yerine. Kullanır, kullanır tüketir. En sonunda kendinize yeni bir kök ararsınız yada kendi başınıza toprağa kök salarsınız.


İyileşmeye yüz tutan yaralar, acı yok, huzur girer kapıdan. Yeni bir sayfa açılır önünüzde bembeyaz. Tertemiz, geldiği yer bulanık olsa da, siz bazı heyecanları daha yeni tanımış, doymamış olsanız da kapıdan onu içeri alırsınız. İşte hayatın tam ortasında iki insan. Oluşan sevgi kocaman, bu kadar büyük bir şey insana nasıl yanlış yaptırırsa , siz de sanki kadermiş gibi yaşarsınız önünüze gelen oyunları. Heyecanlı bekleyişler, ayrılıklar, kavuşmalar. Zaman onunla da akıp gider. Kocaman kalacak dediğiniz sevdaya bir bakarsınız küçülmüş, yok olmuş aslında. Kandırmacaları yaşarsınız bir süre daha, ama en son sahne geldiğinde bunun hiçbir yolu yoktu ve ağaç devriliverir önünüze.


Yüzmeyi bilmem ben, bir kaşık suda boğulurum ama gördüğüm ve yaşadığım bir okyanus. Ben burada nasıl kulaç atarım diye düşünemezsiniz bile. Bir bakmışsınız en dip, kocaman bir köpek balığı size doğru geliyor öfkeyle. Hırs nedir, öfke nedir? Tanışmıştım sizlerle, hatırladım. Kocaman sevdam ve hayat yitip giderken yanımda sizler vardınız. Dost mu düşman mı diye düşündüğüm iki duvar.


Şimdi ne yapmalıyım diye çok düşündüm. Zaman sonra sen yine çıktın karşıma. Hatasızım safım diyorsun. Ben sana nasıl inanayım söylesene. Bu işin içinden çıkamamak, buna gücü yok. Ağaç önüme devrilince gördüm ki, su yok. Su olmadan yeni bir fidan dikmek kime fayda sağlayacak. Bütün suyu boşalttın denize, düşünmedin beni. Sudan korksam bile onsuz yaşayamadığımı unuttun sen hayat. Düşünmek istemiyorum artık. Yeni savaşlara hazır değilim ben. Sen gittikten sonra geriye kalan ben ve bizle uzun zaman sohbet ettim. Kırgınlıklarını, öfkelerini ve hırslarını yaşadım onun. Sensizliği değil aslında yaşadığım bensizlikti.


Bunları ne sen ne de bir başkası anlayabilir. Ki ben artık anlatmak istemiyorum. Yorgun ve hüzünlüyüm. Hırslı v öfkeliyim. Kırgın ve korkağım. Bundan önce kendimden uzak tuttuğum her şey şimdi benimle beraber , uyurken bile. Rüyalar görmeyi reddeden ben, yine kabuslar içinde uyanıyorum, sabaha çok varken daha. En iyisi mi, yalnızlık benim ilacım olsun. Senle olmayan bir hayatta, sensizlik de değil yaşadığım bensizlik. Ben artık beni istiyorum. Yorgunluğun hüznü burada işte. İçimde, biz gittikten sonra boş kalan yerde……






Mavisihir

1 Ekim 2008 Çarşamba

Bayram Çocuğuyum Ben





Bende ne değişti yıllar sonra? Hala bayramları bekliyorum, demek ki ben de hala bayram çocuğuyum. Çocuğumla, çocukluğumla kutluyorum bayramları. Kapı kapı dolaşıp bozuk para ve şeker dolduruyorum ceplerime. Aslında sevdiklerime kavuşuyorum bayramlarda. Hani normal günde gidemediğim , göremediğim, özlediklerim. Bayramları bahane ettim kendime. Anılarımı yaşatmak, taze tutmak ve geleceğe aktarmak için.


Kaybettiklerime gözyaşı döktüm kimse görmeden, bayramı onlarsız kutlamak oldu kabahatim. Bahçedeki yaşlı çınara yaslandım, sarıldım. Arkasına saklandım kimse görmesin ağladığımı diye. Eski dostum , sen de benimle beraber yaşlandın bu bahçede. Çocukluktan kalan bir gün mü bu gün? O zamanlardan kalma bir sabaha uyandık beraber.


Atladım otobüse, yollar uzundu belki ama bayramdı bu gün. Yedi tepeyi özledim ben , bir de oradaki can evlerimi. Can evimde oturup bir kahve içtim bayramlaştıktan sonra. Hüzünlü gözlerinde benden daha heyecanlı bir çocuk vardı onun biliyordum. Biraz olsun gözlerini dinlesin istiyordum. Yedi tepenin ortasında yalnız kalan gözlere ışık olabilsem, onu da oralardan şenliklere götürebilsem.


Tutup elinden savurdum onu, sendelemesine aldırmadım muzurca. Hadi, işimiz var seninle. Eski zamanlardan, bizim çocuk olduğumuz bayramlardan bir sirk kurulmuş Gülhane’de. Acele edelim, çocukluğumuza yetişmemiz gerek. Camlardan izlemeyeceğiz bu bayramı. Zaman yakalama ve mutlu olma zamanı. Bu gün bayram yedi tepenin beyzadesi, hadi kalk işimiz var senle……




Mavisihir

21 Eylül 2008 Pazar

DERKEN…………. ÇIPLAK AYAKLARIMLA KALDIM







Derken hayat ortalamış zamanı, doğduk ağladık belki pişmanlıktan belki de sevinçten. Öldük ağladık belki acıdan, kayıptan belki de numaradan. Derken insan dediler bize, aslında insanlıktan uzak halimize. Sevgisiz, güvensiz ve güneşsiz, ıssız yaşamlar içinde yuvarlandık durduk. Çıplak ayaklarımızla toprakta, çimende yürüdük. Hayatı her birimiz bir maskeyle karşıladık, samimiyetten uzak, her sahnede farklı roller takınarak…

Sevinçleri sevdik, dertleri görmezden geldik eğer başkasına aitse. İyi gün dostu derler ya hani, onlardan olduk çıktık bir çırpıda. Sırtını dönen ve zalim yürekli. Her şeyden vazgeçmek zamanı geldi belki ufaktan. Hesaplaşmaların ve hataların ardından. Yine çıplak ayaklarımla basmam lazım çakıl taşlı yollara. Belki biraz sızı iyi gelir törpülenmiş yüreğime, huzurdan ziyade. Mutlulukların uzak olduğu bu yalancı şehirde.

Yağmur yağdı geçen gece, ben yine kaçırdım seni yerlere bezeyen damlaların dansını. Çıplak ayakla dolaşacaktım o ıslak çakılların üzerinde. Bunun keyfi bir başka olacaktı , heryerde sen…Gökyüzünden düşen ve yerde yeşeren sen…Özenli olacaktım o yağmurda, kırmayacak ve kırılmayacaktım. Yalnız olmaya inat senle yaşayacaktım aşkta ve savaşta. DERKEN… gece yarısı sen belirdin yanımda. Yağmur kokun sardı tüm benliğimi, sen doluverdin içime. Sanki o bırakıp giden sen değildin, gözlerin yine alevdi, tadın yine şarap…

Çıplaktım sanki o an, tüm maskeler düştü birer birer. 1, 2, 3, ……..Bitmeyecek sandım, sen gidecektin sanki yine ve ben yine çıplak ayaklarımla orada kalakalacaktım. Aşkın başlayıp ve bittiği küçücük noktada duruyorduk sanki. İpince bir çizgi miydi bizi tutan şimdi? Neydi senden önce önemli olan, şimdi neden bu kadar uzak her şey bana. Yağmura bile yetişemiyorum artık, hızımın kesilmesi mi bu yoksa sensizliğin bana bırakıp gittikleri mi? Hiç bıkmayacaktım soru sormaktan ve sen yine kaybolacaktın. Sustum sadece ve seninle yürümek istedim o çakıl taşlarının üstünde.

Derken, çıplak ayaklarım ve sen….



Mavisihir

17 Eylül 2008 Çarşamba

Aralarda Sıkıştım Hep






Hayatı suçlamak hep işimize geldi bu ana kadar. Şimdi gerçek olanla karşılıklı oturuyoruz masada. Yüzleşme acıdır hatta yakıcı. Günahlardan arınacağını mı sandın? Zengin yüreklerde taht kurmak aslında aslolan. Ya da tahtın dibinde oturmak, ona , sevilene yakın olmak. Zira pek çok şeyden vazgeçtiğimiz zamanlar oldu. Aşkları, uğraşları ve hayatları bir kenara kaldırıp koyduk.

Yüreğim ezilmesin diye tüm hırçınlığım, kırılmaktan korkuma yaptım tüm çocukluğu. Senin gözlerinde büyümek istedim belki, belki de sen affedecektin beni biliyordum. Buna güveniyordum seni kenara iterken bazen. Seni unuttuğumu bile bile sevdin beni. Ezilmekten korkarken ezdim seni. Haklıydın sanırım, her şey boştu hayatta benden başka, senden başka. Yeni filizlenen bir sevdaydı bizimkisi.

Hakkını verememek korkuttu beni bunca zaman. Gözlerindeki ışığı söndürmekten kaçtım, seni üzmekten …Yıllar kovalasın peşimizden hayal ettiğim buydu aslında başından beri. Aşka teslim olmak acıtır insanı biliyorum. Ben yine aynı yollara düştüm. Sevdalardan dalların uzandığı, yeşilin ve mavinin karışığı, berraklığında kendimi buldum. Seni aradım , adını haykırdım uçan her kelebeğe. Kuş yuvalarında aradım seni. Tabiat sen kokuyordu, evimse senle darmadağın.

Senin hayalin , tüm sıfatlarınla aynaların arasında sıkışıp kaldım bu dolu ama sensiz boş evde. Üzerimde giderken bıraktığın kokun, gözlerimde ,zihnimde hep aynı görüntü sen…..Tüm resimlerini bir odaya topladım evde. Dağılmandan, seni bulamamaktan korktum. Sensizliğin ne zor olacağını bilsem……….Ne fark eder değil mi? Ben sana yüreğimin tam ortasından bağlı, senin yüreğin ben olmuş çoktan. Kara kader diyorum ben bu hayata. Geç kalmışlığın canını seveyim. Sen bana böyle geldin, geç kalmışlığımın tam ortasında. Nefretlerimin içini yakıp acıttın onları. Kül olmuş hayat, alev alev yandı senle…

Rengin ateş olsun, izin de duman. Dünya dursa umurumda değil, sen bendesin ya, bendensin ya. Hırsların öçlerin bittiği noktadayım. Senle doluyum, sen akıyorum hayata. Ben, sen, alevler ve ayna. Şimdi hepimiz aynı odadayız. Aslında her şey sevdam, kokun yine üzerimde. Hayal değil hiç bir şey, hepsi sen ve sevdam. Ben sana kara sevdalıyım bu mavi yeşil yaşamların içinde…….



mavisihir

14 Eylül 2008 Pazar

SEVDAM İSTANBUL, İSTANBUL SEN



Uzun ve kötü geçen gecenin ardından, sanki rüzgarla günışığı kol kola girip sızmışlardı pencereden içeri, perdenin gölgesi üzerimde geziniyordu. Perdeyi söküp atınca gölgeler gidecek ve oda gibi, benim içim de, yüreğim de aydınlanacak, gün doğacak gibi geldi.Geceyi hatırlayınca, neden böyle olduğunu kalbimin ne kadar ezildiğini hatırladım.Güneş kapkara oldu birden tıpkı benim rüyalarım ve gecelerim gibi.Kırmızı yaşlar süzüldü yanaklarıma.

Kalktım günahlarıma doğru yürüdüm.Nerde olursam olayım peşimi bırakmayan günahlarıma.Arkamda bıraktığım acılarım, kırgınlıklarım onlar.Kapıyı açtım ve hayat yeniden başladı. Ama, bundan önce hep ihtimallere bıraktım hayatımı ve başarısız oldum. Kapıdan çıkarken yine aynı hatayı yapıyordum.Silkelendim, gölgede değil gün ışığındaydım. İçimi ve hayatımı aydınlatmam, o geride kalan günahlarımı rafa kaldırmam gerekiyordu.

Yeni güne yeni hayata doğru adımlarımı sıralamaya başladım.Gün o kadar güzeldi ki; baharın güzelliğininde insanın sarhoş olmaması mümkün değil. Dalga sesleri, eşsiz bir senfoni gibiydi kulaklarımda. Birlikte dans edebilir miydik acaba ? Sohbeti de, kendisi de çok duruydu. Sanki hayat ona hiç elini sürmemiş gibi, acıtmamış gibi. Evet, yeni hayat penceresi bu kadın olabilir miydi bu kadar kederden sonra? Beklediğim kadın geldi, tüm gece onu seyredebilecek ve duyabilecektim ama, o an herşey onun büyüsüyle durdu sanki zamanla beraber. “O güzel saatlerin tadını çıkarmalıyım” dedim ve kendimi onun büyüsüne bıraktım.Sonunda bu gece de bitti, yatak odama döndüm, penceremi yine açık bıraktım gecenin ve sabahın sürprizleri için. Bütün gün dolandım sahilde bekledim ama gelmedi daha sonraki günlerde de , anladım ki rüyaymış... Rüyaların sonu yoktu, hayatı koluma takıp yürümem gerekiyordu,Şimdi bundan önce bozduğum düzenimi teker teker ele alıp onarma sırasıydı,kolları sıvayıp başladım. Dalgaların senfonisiyle süslüyorum hayatı ve öyküleri, deniz yıldızı takıyorum gün batımlarına.....

Geçmişteki acıların beni geleceğe götürmeyeceğini de iyi biliyorum.Yaşamın sillelerine yenilmeden ağırlığı altında ezilmeden büyümeli ve büyütmeliyim hayatı. Hayat ve öyküler bir çocuğun büyümesine bu kadar çok benzemeseydi, belki nefes almanın bile anlamı olmayacaktı, rüya görmenin, hayal kurmanın da. “İnsan neden mutlu olmalı?” diye sordum kendime, arkamda bıraktığım günahlarıma şöyle bir bakarak.İşte o an yeniden uyandım baktım ki, dünya herkes için dönmekteymiş, herkes payına düşeni kaçarsız yaşarmış, isyan etmek boşunaymış meğer. Huzuru elime alıp kapı kapı dolanmaya başladım paylaşmak için, hayallerimi ve öykülerimi de çantama koydum.Dedim ki; “Herkes bir çiçeği anımsatır, ben lale olayım bahar gelsin yüreklere”. Durduğum kapı kendi gönül kapımdı,araladım huzur içeri girdi. Hayatta hiç bir an bana o ahengi vermedi, anladım ki; insan önce kendini sevmeli,yeni sayfaya satır başından başladım yazmaya.”Neden?” diye sordukça da bunun sonu gelmeyecek biliyordum, belki de sormamak en iyisiydi ama hayat insanı sormadan oraya taşıyıveriyordu. Gözümü açtığımda orada buluyordum kendimi ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Yarınından umutlu olmalı insan, ya da umudunu kendisi doğurmalı dağların ardından.

Umutlarla geleceği bir saksıya diksem çiçek verir mi? O çiçek hangi güzel yüreğin gözünü süsler bilinmez. Toprak hayata kaynak olmuş, oradan geldim ellerimle hala ona bağlıyım.Nefret koparttı ama ben yine besledim hayalleri ümitleri,pencere hep açıktı ve gün her sabah gülümsedi bana. Akşamları da günü uğurladım elimde çiçekler dudaklarım da gülümsemeyle. Doğum olduğuna göre, ölüm de var. Hayat güneş gibi doğuyor ve batıyor..... Belki o kadında benim gibi güne sevinen pencerelerini ışıklara açanlardandı.Kendi yalnızlıklarımızdan bu şekilde sıyrılmaya çalışıyorduk.Baharın güneşin sevinçlerini yalnızlıklarımızın tam ortasına yerleştirip yüreğimizi aydınlatmaya niyetleniyorduk.Ne kadar muhtaçmışız güneşe meğer? Bu kadar zaman farkedemeyişime kahrolmak için bile geç kalmışım ama işte ... Hayatın her anı da deniz gibi zengin, deniz kadar büyük ve içinde birbirinden değerli inciler ve canlılar barındırıyordu. Belki hayat denizinin en küçük balığı bendim ama yüreğim büyüktü.

Her sabah günü karşılayıp akşam uğurlarken ve o aralıkta nefes alıp severken, hayal kurarken büyüttüm o yüreği.küçük balığa büyük yürek, belki de bu hikayenin ismi de bu olmalıydı.... Acaba yargısız infazlar mı yaşandı o gece sözler anlamaya çalışmadan hançer mi sanıldı kim bilir? Dostlar acı söylermiş önemli olan hep iyi olmak değil bazen eleştirmek hata varsa uyarabilmekmiş. Neyse çoktan geç kalınmışlıkların birini daha yaşıyoruz ,kayıplar hep yüreği acıtıyor ama artık kanatamıyor çünkü akacak dem kalmamış gönülde. “Eski dosttan düşman olmaz” sözüne ne kadar inanmak lazım bilmiyorum.

İnsanların hayatın ve birbirinin kıymetini bilmediği,önyargılı davrandığı ve empati kurmadığı bir dünyada yaşıyorum.Ve son kalan gücümle pencerelerde günü yakalamaya ve içeri almaya çalışıyorum.Bu kadar anıdan ve acıdan sonra hala hayata asılmaya çalışıyorum geride kalan yanlışlardan ders ve tat alarak.Cesur insanların işi galiba bunu yapmak, en azından ben de cesurum diyebilirim,kırk yılı geride bıraktıktan sonra.Kazançsız , boş ve yalnız geçen kırk yıl... Pencereyi güne ilk açışımda bu cesaretin öyküsü başlamıştı.Yarı yolda vazgeçmek korkaklık olacaktı ve ben gerçekten korkuyor muydum?Evet bazen hayata yenik düştüğümde korktum, kaçmaya çalıştım.Ama korkunun ardından gelen korkudan daha çok ürküttü beni.Kararımdan dönmeyecek ve yolda dümdüz yürüyecektim hayatımı mutlu devam ettirmek ve sonlandırmak için.Geride kalan tek kişilik bir oyunu oynamaya başladım artık,ne izleyenim var ne de rol arkadaşım.Sahnede yalnız kalmak korkutmak yerine rahatlatmıştı beni.Belki de hayatın o ince delikli süzgecinin raftan indiği günleri yaşamaya başlamıştım.Meğer oyunları yalnız oynamak ve yolculuklara yalnız çıkmak insanı daha bir büyütüp,ufkunu güneşten daha çok aydınlatıyormuş.

“Hayat, bu kadar geç mi haber verilir bu güzellikten?Kızgınım sana.” Hayat kadar uzun olmasa da yorucu bir yol beni bekliyordu.Kızgınlığımı da bir kenara atsam geriye kalan yolda bana katık olsa,tek başıma yürürüm sonuna kadar. İnsanların nefretinin ve çocukça kaprislerinin hayatı bu kadar yorduğunu bilmiyordum.”Şu ana kadar olan korkularımın,ürkekliğimin nedeni budur belki” diye düşündüm bir an.Bakıyorum da; ihtimalleri, geçmişi, insanları sentezlerken daha çok şey öğreniyormuş insan.En uzun yol hayat okulunun yoluymuş,onu bu kadar çok yormamıza rağmen..... Takdir edilme ihtiyacını ne kadar duyarsınız? Ben artık duymuyorum,gördüm ki; insanlar hep kendi yollarında yalnız yürüyorlar.Eskiden biri elimi tutsun diye beklerdim,zamanı çok kaybettim.Şimdi ise biran önce ilerleyip yetişme derdindeyim,hayata geç kalmışlığıma karşı...............

Ezilmişlik ve hırpalanmışlık öyle yerleşmiş ki yüreğime, kendime söz verdiğim her şeyde ertesi gün biraz daha kırılıyor yüreğim.Yaraların kapanacağını düşünerek boş hayaller kurma diyorum kendime.En zor olanı da insanların açtığı yaralar.İnsanoğlu değişmezmiş ,hiç bir şey daha iyi olmazmış.İsyan etmek geliyor içimden usta.Bazen de buralardan tamamen göçüp gitmek geliyor içimden....... Çok yoruldum hayat,barındırdığın insanlar ve sesler çok yordu beni.Hani küçücük mutlulukların yetiyordu yüreklere,bak artık onlar da kalmamış geçen asırda gömmüşler onları hiç acımadan.Anlaşılamamanın acısı onun yerini almış.Yüreklerden, yüreğimden kan damlıyor...

“Geçmiş ve gelecek ne doğrultuda olmalı yoksa sadece iki perdeden oluşan bir oyunun kahramanları mıyız?” bilmiyorum.Replikleri insanı acıtan, gülümsemeleri bile gözyaşlarından oluşan bir oyun.İsyankar kalbime takılan prangalardan daha çok acıtan... Acıları sevmek değildi bu. Belki alışmak, belki de kaçamamaktı. Hep içimde, uzun yola girdiğimde biraz olsun bunlardan sıyrılacağıma inandıran bir şeyler hissettim.Yolda atılan her adımda biraz daha hafifliyorum, bunu biliyorum.”Beklediğim bana gelmiyorsa ben ona gideceğim” dediğim günleri düşünüyorum.Şimdi yollarımız ne kadar da ayrı düşmüştü.Kader dayanılmaz egemenliğini bizim üstümüze de kurmuştu, ne yazık...

Yine kendimi kandırıyorum oyunlarla,sonu gelmez hayaller sardı her yeri.Gerçeklik uzaklaştığında korkar olduğum o sabahtan beri,gün ışığında daha iyi yaşar oldum.Her yer ve her şey aydınlık olunca inanıyordu yüreğim.Yarasa zamanlar bitmişti artık,güneşe dek kara kadehlerin içinden gelenleri beklediğim geceler... Yürürken kapıları farketmeden açmışım meğer ama görmedim hiç birini.Gönül istediğini görür derler, bu da gerçekmiş meğer.Dostluklar, hayat, her şey rol ve yalandan ibaretse, ben nerde duruyordum şimdi? Hayal ve gerçeğin bu kadar iç içe olduğu anlarda güneşin doğuşuyla batışının da iç içe olduğunu sanıyordum, çocukluğumdan beri.Korktuğumda hep babamın elini tutardım, şimdi ona olan muhtaçlığımı ve özlemimi daha çok farkediyorum.Tutacak bir el gerekmiş insana ölüme kadar,ağladığında gözyaşlarını dinleyip anlayacak.”Yolcular, yolda etrafınıza bakın çıkarın gözlükleri” diye bağıran bir ses var kulaklarımda.Şimdi bunu yapmak zamanı... Çocukken büyüsem büyüsem diyordum, babam gibi bir erkek olacağımı hayal ediyordum.Yıllar geçti,şimdi bakıyorum da; zaman yolunda ilerlerken pek çok şeyi atlamışım,önemsememişim.Aşk, sevgi ve aile.

Geriye dönüp de bakınca pek gururla anamıyorum maziyi.Gelecekten umutluyum ama ya ben değişmezsem yine katı ve duyarsız olursam? Hayatın sol yanına mahkum olmak istemiyorum artık.Kaçırdıklarım ve kovaladıklarımdan özür dileme şansını ölmeden yakalamak istiyorum.”Duyuyor musun sol yan? Benden uzak dur artık...” Özlemleri, insan ömrü boyunca saklarmış yüreğinde. Çocuk düşüncelerimle özlem bedenimizin bir yerine konmuş sanırdım.Bilmezdim, bu yanılgı daha büyük hatalara yol tutarmış.Yürek denen şeyin insanı daha çok acıtacağını ve an gelip mutlu edeceğini öğrenene kadar ...

Kandırmacaların içinde yaşanan bu özlem, yüreğimi, onurumu ezip gitti biterken.Kimse demesin bana özlemler kıymetli, sevenler vefakar ve yürekli diye.Artık isyanların ve bencilliklerin dünyası olmuş,hayatlarımız üç kuruşa kiraya verilmiş bizler uyurken... Tabelalar hep başka yolları gösterirken ben hep sana doğru gitmekte inat ettim.İhanetlerin ve yalanların,onursuzlukların duvarlarını ördüğü hayatında kayboldum belki.Şimdi beni nelere değiştiğini gördükçe lanetleri bile yağdıramıyorum sana.Küçük bir çocuğun sevgisiydi benimki belki ama sen bencilliklerinle kirlettin ve yozlaşan çocukluğumu bu gün seninle birlikte toprağa gömdüm...

Acılar insanı olgunlaştırmıyor mu yoksa?Küçücük bendenlerdeki o yaşlı bakışlar hatırıma geliyor bunları düşününce.Çiçekler onların bahçesinde açsın diye uğraşıyorum kendimi unutup.Küçük dudaklardaki gülümsemeyle suluyorum onları. Aşk, kısa mutlulukları anlatır oldu artık.Ölümüne sevmek sadece eski aşk efsanelerinde kalmış, günümüze yetişene kadar ya da ellenmemiş göz değmemiş yüreklerin berraklığında.Zamanımızda, surata inen bir tokattan daha çok acıtır olmuş,yürekleri kanatan ve harcatan.İnsan onuruna kokuşmuşluğu konduran.Yolculukların bu kadar uzun olacağını bilsem aşkımı kondurur muydum o kuşun kanadına ? Bir daha kondur demek ne de kolay... Yaralara çare olacak bir ilaç aradım belki bu evde ve yürekte.Beni yıllarca içimden sömürdüğünü görmedi gözlerim.En sevdiklerimin yüreklerinden uzak kalmışlığımı sevgiye ve merhamete susamışlığımı duyurmaya çalıştım.Sen değilmişsin ilacım bunca yolu hiçliğe adımlamışım körleşmiş gönlümle ,uyandığımda her şey çoktan tükenmişti...

Dalga sesleriyle doldurdum kulaklarımı,martıların çığlık çığlığa sesleri yine yalnızlık senfonisini çalıyordu sanki.Geçmiş ve geleceğe seslenen bir şarkı gibi, uzaklardan bana bakan bir çift gözü gizleyen...

Sensizlik, yokluk zor hepsi,ama alışılması gerek diyor hayat bana.Tıkanmış, takılıp kalmış bir kör çivi hayatımın tam ortasına.Çıkarsam yeri kanıyor,çıkarmasam ölüm sarıyor her yanı.Akan kan durur dediler ve çektim çıkardım...Sensizim bu yolda ve hayatta... Yalnızlığın ne olduğunu biri anlatsın bana.Kimsesiz kalmak mı yoksa kimseler içinde kimsesiz kalmak mı?Tükendiğini bile bile kendini çiçek bahçesi yerine dipsiz kuyulara atmak mı? Gideceğim yerde birilerinin beni beklemediğini biliyorum.Bazen beklenilmesini de istemiyor insan kendine ait bir yaşam, sessizliğin hükmünü tercih ediyor.Gürültünün ortasında düşünemiyorum, yalnızlığa özlemim bu yüzden.Korkmuyorum... Gidenlere sadece uğurlar ola mı demek gerek yoksa geride kalan hatırları eline vermek mi? Getirdiklerini ve götürsün diye... Hayat bu güne kadar hep ofsayt geldi tabiri caizse, belki bundan sonra hep gol olur benim için de.Umut taşımak ve büyütmek lazım çiçek gibi sonra da toprağa kök salmak... Hayat,ben ,her şey devrimler geçirmekte.Her fırtınada bir başka hayat devrilip sonrasında yeni bir düzen kuruluyor.Yorgunluk belki bundandır,belki de devrilmişliğimden...

Her şey paylaştıkça azalır ya da çoğalır diyenlerden misiniz?Yoksa bu sofradan karnını doyurup senden geride bir şey bırakmadan çekip gidecek olanlardan mı?Ancak kendini kandırırsın bak geride kocaman bir anı kaldı... Sevmek sanatmış meğer, onu ölümsüz yapan sevilen değil sevenin yüreğiyle gözleriymiş.Sonsuza dek sürecek ,ebediyetten bu güne uzanan bir aşk gösterin bana.Bu kadar tükenmişliklerin içinde küçücük bir delikten mağarayı aydınlatacak kadar parlak olsun ışıkları.Güneşten bahsetmiyorum ve gecenin zifiri karanlığında bir mehtaba ya da parlak bir yıldıza kanacağım da demiyorum.Işığımı, yüreğimi, sanatımı istiyorum.Her gidişin ardından beni biraz daha eskiten,azaltan yürek sızısından bahsediyorum sizlere.

Bir gün…Elbet bir gün bu da geçecek diyen seslere inandın mı sen de?Sakın inanma, geçer diyen kendisi ne kadar dayanabildi acaba bu sızıya?Yalnızlıktan dem vurup ta kanıma karışmak isteyenlere inat sanatçıyım ben.Aldım elime kalemimi, fırçamı, kemanımı… Benim zamanlarım başlıyor şimdi.bitenlere değil ,doğup ta büyüyenlere doğru kaldırdım ellerimi... Yeniden doğuşların resmini yapıyorum seni çizerken...Gök mavi olmuş her yer, sen ise gül rengi.Kan gibi, ruhuma beden gibisin.Kırılır mısın sana dokunsam?Saçlarından örtü yapsam gözlerime...Yağmur kokusunu içime çeker gibi,seni de bir nefeste içime çekip hapsetsem göğsüme... Ayna ya bakar gibi olmak lazım göz göze gelindiğinde...

Kendini bulmak gerek sevilen de ,

Yoksa boş bu sevdalar,sevginin şah eserleri.

Sevdaları yalnız yaşamak kadar asil olmalı her şey...

Ve bir mavzer patladı karanlığın içinde.

Bir güvercindi vurulan, isteği sadece uçmak olan. Anlar ve anlamlar çıkartamıyorsan, gidişlerimden o zaman susma. Ama anlıyorsan beni anlamlandırabiliyorsan geceye inat gülüşümü o zaman sus. Ben ve ses ikimiz en uyumsuz çiftiz şimdi senle sessizliği istiyorum. Koş polisler geliyor koş.... dedim sana ben boyama o duvarı diye, sen mi kurtacaktın bu şehri... Hayatın zalimliği bir tarafa bütün bu sevgiler ölmeden nasıl yaşar?Senin teninin kokusunda mı sürecek ömrüm yoksa bırakıp terk edilmiş, pejmurde hallerde mi bırakacaksın beni?Sensizliğin ne demek olduğunu bilmiyorum,acıysa tadı yaşamak yerine tercih edebileceğim başka bir şey göster bana.Yoksa tek bir yol var o da ...

Bazen de aldığın o nefes bütün bedenine dar gelir bir an önce çıkıp gitmek istersin ondan.Kederlerin içinde boğulurken öldüğüm gibi aynı.Hani sevdanın ışıkları ?Yanmaz mı bu şehirde hiç ışıklar hep geceyi mi yaşarsın sen gönül? Çok mu önemli eve eli dolu gelmek?Yürek boşlukları dolar mı sizce filelerdekilerle? Acıların ülkesinde yaşamak için doğmadım ben.Hakkıyla sevilmek, sevmek için varım bu dünyada.Sevdalardan güneşler doğsun gönlüme, evime.Aydınlığından gözlerim öyle kamaşsın ki senden başka hiç bir şeyi görmesin gözlerim...Göğün ve denizin maviliklerini getir bana hadi!…Bir yıldızdın sanki kör karanlık gecede bana yol gösteren.Elimden tutup yolları aydınlattın önüm sıra.Gideceğini, gitmek zorunda kalacağını neden sakladın benden.Kanadı yüreğim, gözlerim.Özlemimin içinde boğuldum sensizlikte.Yarım kaldım sanki.Al beni de götür demek geldi içimden göklerin derinliklerine.Düşmekten korkmadım ama seni yitirmekten korktum bunca zaman...

Sevdanın rengini tadını tanımazmışım ben senden önce meğer.Çırılçıplak kaldım sanki gidişinle.Koruyan, saklayan ,saran bir örtüymüşsün üstümde.İçimde güneş,gözümde fermişsin.Gidince anladım,bencillik yapmaktan kaçarken sensiz, kimsesiz kaldım...

Kokunla,gözlerin kaldı bana.Hep yumuşacık,seven gözlerin kaldı.Anıların kaldı,hiç solmayacak sayfalarda sakladığım.Yüreğin kaldı, kırılmaz fanuslara koyup seyretmeye doyamadığım.Benden sana da küçücük ben kaldım.Gidişinle yarım kalan,kara dehlizlerde kaybolan ben...Aşk hayallerin sahibi,aşk kanun telindeki notalar...Aşk yalan olmuş,hemen uğrayıp kaçar olmuş.Kimin gücü yeter onu kovalamaya?Varsın gelmesin gönül haneme,varsın ölmesin benimle.Yalnız gitmelere de varım ben, yeter ki uzaktan da olsa seyretsin beni...

Kırık hayatlardan çıkıp geldik buraya.Açıldık, paylaştık,çoğaldık bazen de azaldık.Dünya üstünde ne varsa yaşadık.Akıttık sevgileri, acıları,anıları.Bazen kana kana içtik sevgi selini.Sevgiye, sevilene doymadık.Yeniden dedik, hep yeniden... Zambağın üstüne konan kelebektin belki,belki de sen hep ordaydın da ben göremedim kendi karanlığımın içinde.Karanlıklar güneşi boğar mı dersin?Boğmaz belki ama saklar bir an için.Gözlerimi açsam seni görsem, gözlerinde de kendimi...

Yazacağım, benle başlayan senle bitmeyen hikayeyi yada senle başlayan ama benle bitmeyen hikayeyi. Sol gözümdeki çapağın neden kurumadığını. Ve paranoyam sayesinde nasıl bir şizofrene benzediğimi... Sesler duyuyorsun işin kötüsü ne oluyor biliyor musun? bunları gerçek sanıyorsun.... Korkutucu oluyor, ama korkmuyorsun. Sayıklayamadan sanrılarımı bilebilir miydim/ din ? Gökyüzü aynı gökyüzü, belki aynı koordinatlarda değil ama aynı gökyüzü. Ve burada da gece parlak cisimler hareket ediyor...

Dedim ya yazacağım , ama hiç bir kelimem hazır değil buna... Hep hazır olmayı bekledik,başarısızlığımızı saklamak için.Kelimeler yetmiyor dedik hissedemediklerimizi rol yapıp ta söylemeye çalışırken.Yüreklerimizi raflara kaldırıp koyduk,gözlerimizi ele vermesin diye.Tek yalan olmayan gözler ama biz onun da çaresini bulduk,sakladık ,kaçırdık bakışlardan... Zamanlar tükenmiş gibi geldi bir an,ufuk karanlık,hep gece oldu hayat.

Güneşimi,seni özledim diye yazdım haykırdım karanlıklara.Sesim uzaklardan bir yerlere çarpıp bana geri dönüyordu.Kimsesizlikten korkuyordum ilk defa.Deli gibi seni arıyordum her kapının ardında,ufuklarda.Nerdesin sevilen?

Dağların ardı da olsa bendesin,okyanusun dibinde de olsan yine sevgimdesin.Kaçan da olsan, kovalayan da olsan yine sevilensin.Ben senin aciz sevdalın, elim kolum bağlı,ayaklarımda prangalar ölüme dek peşinde pervaneyim... Yüreğin yeter bana sevgili,ne mal isterim ne pul, ne ev isterim ne bark.Bana her şeyden önce sen, her şeyden sonra da sen gereksin.Senin aşkın ,senin varlığın gerek.Yoluna başımı koyacağım,adaklar adayacağım sevdan gerek... Yumuşak inişler dilerim hepimize , yumuşak yumuşak. Nedir der gibi bakıyorsun yumuşak iniş ? Anlatayım dinle , sen beni pek dinlemezsin ya ... Ayrılık cümleleri vardır bilir misin. '' sen aslında çok daha iyisini hak ediyorsun'' , '' ben seni hak etmiyorum'' , '' inan senin kadar üzgünüm'' , '' sen çok tatlı bir şeydin benim için ama olmadı'' , '' bensiz daha mutlu olacaksın'' , '' bana biraz zaman ver ''

Ben o kadar çok yaşadım ki bu cümleleri , bazen ben kurdum , bazen bana kurdular. Şimdi sana da bir cümle kurmalı. Ama seninki biraz klas olmalı. Değil mi ki sen onca süsü çöpe attın. Sana daha güzel bir cümle kurmalı. Yalnızlığımla mutlu olmayı öğrendim.Dalga seslerini kimseyle paylaşmadığım anlarda onların tadına vardım.Notalarından ne şarkılar doğuyormuş meğer.Seninleyken seni dinlemekten kulak bile vermemişim etrafıma....

Bunca güzelliği benden sakladığın için kızgınım sana,ama yokluğuna da minnettarım dünyanın tüm seslerini bana bıraktığı için.Senden kalan anılar yerine saklıyorum bu senfonileri.Evimde, yüreğimde, kulaklarımda hatta dudaklarım da bile bu şarkılar söyleniyor artık.

Sende ne gizli güzellikler varmış eyy yalnızlık......

Sana geç gelişime kızmadın değil mi? Mekanların pek önemi yok yokluğunda.Her yer bana kaldı şimdi.Silinmişlikleri ve ihanetleri yaşadım ben o mekanlarda.Aşkın bana gösterdiği yüzü buydu, sense arka yüzündeydin.Bana değil de, kimlere gülümsedin inci gülüşünle?

Hırslanmak mı gerek, kızmak, kırılmak mı? Yoksa seni de hiç çıkamayacağın hiçliğin içine bırakmak mı?

Ağrı gibisin yüreğim de, andıkça sıkıyorsun beni.Durma kalbim, ona inat at hadi.O varken de benimdin, o gitti yine benimsin.Tıpkı yalnızlığım gibisin, ağrılar içinde...

Çaresi olsa çoktan gelirdi,dindirirdi acıları.Yalnızlığımda deva biliyorum sadece bana vermek için hazır olmasını bekliyorum sabırla....

Yoksa değmezdi bu kadar çileye, kavuşmak için.Kolay vazgeçmeyeceğim ondan.. Ben hiçlikten gelmedim, hiçlikte de yaşamadım.Beni anlamayanlar hiçliklere daldılar hep.Uzattığım eli tutmayı bilmeyenler.....Kıymetime kıymetle karşılık vermeyenler.Acı anılar olmak onların seçimi,ama ben saldım onlardan kalan acı anıları da hiçliklere.Kapım sımsıkı kapalı,olur da geri dönmesinler diye... Ne yazsak boş ne yazsak manasız. Satranç güzel oyun ama senin satranç bildiğini bilmiyordum. Tavlada zar olmak yerine neden satranç tahtasında şah olmadım bu güne kadar? Senin peşinden yersiz koşuşturmalarıma buluyorum suçu.Yekle düşeşle yetinecek adam değilim ben.Hayat ne iki zarda ne de zarların dediğini yapan pullarda.

Satranç tahtasında şah olamasam bile kale olurum bakarsın.Sana ve zarlarına inat... Hayatta güçsüz ve aciz olursan piyonlar gibi öne sen itilirsin.Kullanılan olmazsın,ve şunu da bilmek gerek ezme ama kendini de ezdirme.Eğer hayatı biri senden çekip almaya kalkışırsa da kale gibi ol yıkılma savun... İnsanoğlu denen varlıktır hep yanlışları doğru bilen.Olgunluk denizinde ne kadar yol almış umursamaz toyluk zamanlarında.Hep doğrudur,hep asi.Yalnız hayat varya, şu zalim ve köhne hayat.Getirdikleriyle gözün kamaşırken, senden gidenlerin farkına varıp acıları bile hakkıyla yaşayamaz insan.Kendini bilmek,denizde usul usul yol almak lazım yoksa efendi olduğunu sanırken,hem kul hem de yem olursun… Okyanus oldum yalnızlığımda,sen barındırdığım küçük bir istiridyesin.Ne borcun var bana ,ne de alacağın.Senle ne zaman ödeştik bilmem,belki de hiç.Özgür bıraktım seni,neden gitmiyorsun?Gururunu kırıp, eğilip'' Senden başka yerde yaşayamam ben...''diyemiyorsun.Kaybettiklerin hep bu yüzden değil mi?

Bense hala içimde saklıyorum seni.Anıların dalgalarla dört bir aleme dağıldı.Sanma ki küçüleceksin, büyüdükçe büyüyüp heryerde sen olduğun gün,işte o gün belki de yüreğinden bir damla yaş süzülecek.Kim bilir?Belki de süzülüp te akan o damla, kim bilir? Kendimi medeniyet denen tek dişi kalmış canavara karşı savaşan şövalye gibi hissediyorum. Sakal bıyık , bolca kaş, ütüsüz kırış kırış bir surat.. Kahve ve sigara karışımından oluşmuş sarımtırak dişler. Acaba kokuyor muyum ? Ama her sabah duş alıyorum, ter içinde uyandığım sabahlar için... Terlemek , yalnız terleyince kötü oluyormuş ve ter o zaman sadece ter oluyormuş. Bu gün medeniyet denen tek dişi kalmış canavarı sevdim biraz. Uygarlık, medeniyet...Ne kadar alabildin nasibine düşenden yoksa sende mahrum musun sevilen...Ah bu hayat, ah bu insanlar! Dünyaya alet olmak zor zanaat anlaşılan… Mutlu olduğum günlerden biri bu gün.Sevdanın güzel yüzünü döndüğünü gördüm bir mazluma.Aşklarla hep savaşan, her birinde kanından oluk oluk akıtan bir şovalye.Eski zamanlardan beri bekleyen, beklenilen bir asalet var sanki onların yolunda.

Arınmış ve arıtılmış bir yaşam, gönül onların ki.Masal dinler gibi oldum onları izlerken.Aşklarındaki ahengin müziğe böyle bir tat verebileceğini bilmezdim doğrusu.Resimlere renk katacağını,sonra bir heykelin en güzel oyuntusu olacağını bilmezdim.

Sevdanın büyüklüğünü bir ben bilirim sanıyordum ama biliyorum ki yalnız değilim artık.Nice gönüller varmış katıksız yaşayan, yaşatan sevdaları...Aynaların ardında ne var? Sen mi, ben mi? Yoksa saklı şehirlerin kapılarımı onlar?Sevdaların solmadığı, bulutların kararmadığı, yüreklerin ağlamadığı....Saklı şehir, her bir sevda aslında saklı bir şehir değil mi yol arkadaşım?

Aynaların ardında bir şey aramak mı doğru olan,yoksa içimizdeki ve elimizdeki saklı şehri bulmak mı? Hayal olan neden bu kadar çeker insanı bilinmez.Aslında bilinir, çünkü bizim olmayanı isteriz.Kazanmadığımızı , savaşmadığımızı....

Rüzgar etrafımda dört dönüyor, alevler o estikçe daha da büyüyor.Göremiyorum ufukları artık, salınarak yürümek şöyle dursun...Duman olmuş geceden açtığım bütün yollar.Neden kapattınız kapıları?

Rüzgar şimdi bu dumanı almak için eseceksin son bir kez etrafımda. Temizle ufkumu hadi durma.....

Aynanın ardındaki de bizim değil işte, sadece hayal... Rüzgar sırtımdan esip kuvvet vermiyor bu gün, anılara takılıyorum.Yüzüme doğru her esisinde bir başkası dolanıyor sanki ayaklarıma... Savrula savrula, yönleri karıştırdım. Yollar çıkmaz sokak,sokaklar hep dar ve taş.Arnavut kaldırımına duvar kalmış sadece. Nasıl aşmalı bu duvarları? Hayatın merdiveni kırılmış meğer, en kestirme yol ise ölümün köşesinde…Gülüm yaprakların yerlere savrulmuş arnavut kaldırımlarında.Rüzgar bu kadar mı zalim davrandı sana? Çığlıkların neden sesiz? Ne arsız rüzgarsın sen? Gülümün yapraklarını, yıllarımı, az kalsın beni de savuracaktın ....Gücün bize yetti değil mi fırtınayı görünce uyanık rüzgar? Sen de korkaksın hem de benden beter... Aşk ölmedi mi geçen gün? Cenaze töreni vardı ilk defa arnavut kaldırımında. Yüreğim yandı, sızladı.Ağladığım kimseler görmeden hani, belki sen görmüşsündür beni akasyanın dibinde çökmüştüm dizlerime... Denizlerden geldim ben ,atlantis denen kayıp şehirden. Sevdamı buralara taşımış bir deniz yıldızı gizlice. Duramazdım onsuz karanlık sularda.Gecemin ışığı, gündüzümün güneş parılıtıları yitip gitti o gidince.

Deniz yıldızları bu kadar acıtır mıydı? Sancılar içinde bıraktın beni sevdam. Yokluğun kıyametmiş meğer, bilmezdim... Gecenin içindeki sesler susmadığı için, bende ki sesler kelime olamadı. Bu gece yapılması gereken, çok bilindik söylemle , avaz avaz susmak. Komik geliyordu ya bana bu halada komik... Avaz avaz susuyorum. İçerde güzel bir kaos , fırtına, içinde dönüp duran başı boş kelimeler. Yazık cümle olmaya cesaretleri yok. Belki güneş güneş doğar, gözlerimi kapatırım. Sanki denizden de derin burası, anlamlar karmakaşırık, yoğun.Benim benliğimde böyle işte. Deliliğe ramak kaldı sevdasızlıktan. Kapıda hazırda prangalarla, beyaz deli gömleği... “Herkes sussun , yeter !... Ben sustum. Sizde susun. Çıkardığınız gürültüden ne kuş kaldı ne kelebek.” diye bağırdı çoban. Kavalından çalmaya başladığı melodiye değil koyunlar , kurtlar bile usulca başlarını öne eğerek uydular. O gün hiçbir kurt hiçbir kuzuya saldırmadı. Çünkü o gün çoban sadece bir kerelik çalınabilecek bir aşk , bir düş melodisi çalıyordu. Şimdi susun ve müziği dinleyin.... Yoksa kurtlar şehre inecek. Sessizliklerin derinlerinde hep fısıltılar vardır der gönül. Sadece senin duyduğun sesler, sadece senin gördüğü yerler.

Yabancı gibi izlediğin oysa senaryosunun her harfinde senin emeğin ve duygularının olduğu oyunlar perdelenmekte bu ülkelerde. Birileri hayatımı sahiplendiği gibi benim olanları da sahiplenmekte. İsyan edişimin çığlıklarını bastırarak hem de. Sel oldum aktım sokaklarda dağılırsam çalamazlar belki diye.Özümü kaybettim sandım, yüreğim zalim bir avuç içinde sıkışıyordu dönüp te baktığımda.Islak arnavut kaldırımlarında köşebaşlarında ben, hem geçmişimi hem de geleceğimde ki seni özlüyorum sevdalar ülkesinde................

Kapı üstlerine sarılan sarmaşık güllerinde bir gonca oldum

Sevda koktum tüm söylediğim şarkılarda.

Duvarlara çarpıp sana ulaştı tüm heceler,

Sevgilim ufukları süslediğin yeter…

Adam ve gece, adam efkarlı , adam düşünceli. Önünde bir boş kola kutusu, bir tekme atıyor teneke yuvarlanıp gidiyor gecenin içinde. Adam kutunun peşinden bakarken telefonu çalıyor arayan o , onun o su , mutlu oluyor. Tekme attığı kutu yuvarlanıp köprüden aşşağı düşüyor, o sırada geçmekte olan arabanın önüne düşüyor. Şöför arabanın direksiyon hakimiyetini kaybediyor ve yol kenarında duran bir çifte çarpıyor. Ama adamın bunların hiç birinden haberi yok kendisi mutlu. Sevgilisi o su onu çağırıyor o birtek bunu düşünüyor. Adam bir ıslık öttürüyor ve taksi !!! Atlıyor taksiye giderken bir kutuda çikolata alıyor. Sevgilisi boynuna atılıyor kapıyı açar açmaz... Adam hayatının en mutlu günlerinden birini yaşıyor. Arabada ki adam çıkıyor dışarı , çarptığı yayaların yanına gidiyor. Ve o çift yıllardır birbirlerini bekleyen o çift. Ama adam bilmiyor o teneke kutuya vurduğunda ne olduğunu, bilse vurmazdı değil mi ? ... Kutulardan çıkacak olanın ne olduğunu tahmin edebilsem hayat sürpriz olmazdı. Şimdi kutudan ne çıkacak diye düşünmek gibi bir yükün altına girmeye ne denir onu da bilmiyorum.Tek bildiğim sevdaların birer hediye paketi olduğu, içinden ya balo kraliçeleri çıkıyor ,ya da suratınıza hızla inecek bir yumruk....

Halimize ağlamak mı gerek gülmek mi? Ya da boş olduğunu bilsek te hayal sevdaların peşinden uçurumlardan atlamak mı?

Ağlayanım olamasa da olur be dostların en güzeli.....Bana senin gibi dost lazım önce... Hayat zalim, ben zalim, sevilen zalim, kutudan da çıktı yumruk.Ağlanacak halimize güldük sokakta, köşe başlarında sinsice bekledik kaderi.Bacağına hedef aldım hep sapanımla ama, hep daldaki kuşa doğru gitti taşlar. Bereket ki kuşu da ıskaladım. Vay benim beceriksizliğime... Ve gene başka bir yerde başka bir film oynuyor. Fakat yönetmen kendini tarantino sanırken aslında altıoklar olduğunu fark ediyor. Bu yüzden çıkıyoruz biz filmden, yürüyoruz yol boyu. Yolda yürürken şarap ile bira arası kararsız kalıyoruz neyse şarapta karar veriyoruz. Şarabımız var ve o saatte bizi ve şarabımızı ayıplayacak kimse yok. Hoş olsada köşeyi dönünce evin kapısındayız. Ve sen sokağı anlatıyorsun bana camdan dışarı bakıp, bir kız var diyorsun tam direğin altında , sanırım ağlıyor.... Camın kırılan sesiyle irkiliyoruz kız camı kırıp kaçıyor , niye bizim cama taş attı ki şimdi ? Ama iyi oldu bak artık esiyor biraz, hadi içip sızalım. Daha uyuyacağız...

Gel bu şarabı direk altında ya da az ilerdeki köprüde içelim. Sokağın başka hikayeleri canlansın yakamozlarla kanalın yüzeyinde. Işıltılara aldanan balıklar hikayenin kahramanları olsunlar. Ben hikayeci sen de gecenin tek dinleyicisi. Biri bittikçe biri başlar öykülerin. Bu arnavut kaldırımlar neleri izledi ve sakladı bilemezsin. İşte bu tozlu sandıkları açıp, hikayeleri anlatmak yaşamak lazım gecenin rengine. Hikayeler şarap rengi olmuş, yürekteki izleri de kan.Şarap ve kan, kan ve gül hepsi karışmış birbirine sevdanın rengi olmuş.Kanamış akmış kaldırımlarda ayak altında kalmış kimi zaman, kimi saman da kuytuya saklanıp ağlamış haline.Gözyaşlarını şaçlarıyla saklayarak ama, kimseler görmesin çalmasın diye… “Peki” dedi hınzırca peki dışarıda içelim şarabı, uzaktı deniz , yürümeyede üşendik. Çimenlere bağdaş kurduk oturduk. Şarap açıldı, şarabı yukarı kaldırdığında şerefe ay diyordu, senin şerefine içiyoruz. Tam o anda şişenin ucunda bir patlama... Elektrik direğinin trafosu patlamıştı, sonra bir de baktık direk yıkılıyor. Araba çarpmış direğe, bir adam çıktı arabadan direğin yanına koştu, yerde iki kişi vardı. Nasıl olmuştu da onları görmemiştik?... Biz şarabımızı usul usul içtik, senin adın hep dosttu. Ambulans seslerini duyuyorsun değil mi , hayret bukadar çabuk gelmezlerdi. Orda gözümüzün önünde bir kargaşa vardı ve biz o kadar umursamazdık ki bakmıyorduk bile. Şarap, aşk, gül hepsi karışmış, boyamış gözlerimizi dost. Heryer kırmızı, siren sesleri ne kadar uzak geliyordu kulağıma,şarap sen beni alıpta nerelere götürdün velhasıl. Rüyalarda gezer oldum, ayaklarım kesilmiş yerden. O uzak dediğin deniz neden ayaklarımı yalıyor usulca?Kandırma beni sakın, sarhoşluğuma gülme sakın.Bu çakır keyiflik bitmese keşke,yakamoz muyum yıldız mı karıştırdım. Yalnız biliyorum ki, bende kırmızı pırıltılar saçıyorum artık… Ve gene tartışmaya başladık.Şarap şişesini fırtlatmıştım ben ve sen çevreciydin. Çekirdek kabuğu bile atmazdın yere. Sarhoşken daha hırçınsın güleceğim ama bunada çok kızıyorsun , yahu sen ne çok şeye kızıyormuşsun. Neticeye gelmek istiyorsun aslında neden gelmiştim kalkıp onca yolu...

Yıllardır yoktum ortalıkta ve sen hala sormamıştın nerdesin diye. Yemek yemiştik, yolda gelirken konuşmaya çalışmıştık, ben gene her zamanki gibi tıkınıyordum. Bir elimde dürüm bir elimde kola, ona da kızmıştın , tıpkı kola kutusunu attığıma kızdığın gibi. Yahu sen ne çok şeye kızıyormuşsun. Anlatacağım neden döndüm ama beklemek lazım henüz sarhoş olmadım ben.... Sarhoş olmak bile dizginleri kaybettirmiyordu bana. Bazen bu kontrollü hayattan sıkıldığımdan içiyordum şişenin dinine kadar. Sanıyordum ki şarap hayatı güzelleştirir, belki de bu hayali kurmak hoşuma gidiyordu. Çevrenin ve içimin kirliliğini yıkadım yine denize bakarken şarapla. Derin sularda kaybederim bütün hiçlikleri diye düşündüm.Ben, sen, deniz, gece ve şarap.Kimisi koyu mavi, kimisi kırmızı. Renklerin dansına yakamozlar eşlik etti yüreğimde. Kalktım ve ben de bir şarkı söyledim hiçliğe.....

Hani o bırakıp giderken seni,

Bu öksüz tavrını takmayacaktın.

Alnına koyarken veda buseni,

Yüzüme bu türlü bakmayacaktın......

Sahi şu kızı arasa mıydık , aramış mıdır sevgilisini ? Hani onca dil döktük boşa gitmemiştir umarım. Neydi adı aynur muydu hah işte o . Yemek yediğimiz yerde denk gelmişti, rastlaşmıştık , tesadüf bu ya , yıllardır oda görünmüyordu ortalarda. Arasak mı acaba ? Yada en iyisi biz karışmayalım daha fazla değil mi ? Karışan karışmış zaten... benim yolda tıkınmamın sebebi de oydu, onunla konuşmaktan yemek yiyememiş ve kalkmıştık. Bende yiye içe gideriz demiştim. Aramıştır değil mi ? Neyse şimdi bu manzarada nerden aklıma geldiyse bu , sen ay diyordun .... anlaşıldı ben bu gece sarhoş olamayacağım.

Sarhoş olmak nedir? Unutur mu hatırlar mı insan içince, şişelerde yüzünce? Dünya, ben , kadın, erkek ne renk görünür insana?Şarap mı rengini akıtır ,yoksa kanım şarap mı olur?Sorular , cevaplar yüzer zihnimde , yakamozların yanı başında. Arnavut kaldırımlarına geri dönelim hadi günü karşılamak gerek artık. Gidip hazırlanalım seremoniye, en güzel elbiselerimizi giyip...Giyinmek için önce soyunmak gerekiyor. Oysaki ben üstümdekileri çok sevdim. Bak hepsi geceye ait ve henüz gün doğmadığına göre ben geceyi çıkartmak istemiyorum... Gecenin şaşaası gün doğunca bitermiş. Masallar böyle der hep, başka hikayelerin sonunda gün doğmadığı olur mu? Bazen de gece sadeliğiyle örter masalları, sonu gelmez, belki de gelmek bilmez. Gecenin dinginliğinde bekleyelim sabahı öyleyse. Gecenin rengi elbiselerimiz, elimizde şarap ve gece masallarıyla…

Dost kalbi öyle narindir ki, depremler yıkmaz ama ufacık çakıl taşı koca dostu seriverir yere şimdi oluğu gibi. Bu gün ben bir sürü tekeneyi tekmeledim. Ne kadar çok sağa sola teneke atan ve onlara tekme atan var bir.bilsen. Derlerdi de inanmazdım. Önemli olan sensin ve içindekiler. Ben içimdekileri muhafaza ettiğim sürece, sen bir gizli öznesin, ama özne benim, ve ben bencilim… Kırıldım hem de çok,ihanetin bedeli ağırmış meğer. Sen yatağında uyurken ben senin bıraktığın izlere bakıp senden nefret etmeye çalışıyorum. Acıttın yüreğimi, oysa ben sana kalbim narindir dememiş miydim ha? Nedir şimdi bu yaptığın ? Yıktın içimde yaptığım sarayları, filizlenmiş sevdamı koparttın, kanattın. Nasıl hesap sorayım sana ben, nasıl uzanıp ta yakandan tutup silkeleyeyim seni? Acıtmayacaktın beni, yıkmayacaktın sevgili. Demiştim ben sana, çok narindir benim yüreğim diye, dayanmaz ölür diye... Bu bir oyun, güzel bir oyun ve her zaman eğlenceli olmak zorunda değil. Bazı bazı düşüp dizlerimiz kanasa da, güzel bir oyun. Ben bu oyunun içinde ebede oldum diğerleri de oldum. Ve sensizde oynarım, dedim ya ben varım senlerden önce, evet ben bencilim. Oyun arasında girdin yüreğime, bencilliğimi deldin geçtin.Oturdun başköşeye.Belki de için için alay ettin benimle.Ben o kadar sarhoştum ki aşktan öldüm, ezildim, yok oldum ihanetinle.Yine bencilim şimdi , ama benden bir ben daha eksik halde...

Hep aynı göğe bakamazdık, bakılmazdı. Yıldızlar bile yer değiştirirken bizim yer değiştirmemiz, değişememiz imkansızdı. Yani değişim kaçınılmazdı, sen seni seçtin ben beni.. birbirimizi seçmediğimiz için oldu bütün bunlar. Keşke beni ya da seni seçmekle bitseydi herşey,yalancı yüzler yürekler girmeseydi aramıza...Denizlere yazsaydın hatalarımı, ya da gökyüzüne ....Öğrenirdim ben onlardan bu yürek sancılarını, belki daha az kanatırdı o zaman... keşkeleri tüketmiştik biz, tükenen günlerimiz gibi, ve sen keşke demeyeceksin , yarın iyi ki diyeceksin iyi ki ... Yarın söküp atacağım denize bu yüreği seninle beraber. Kandırıldım mı yoksa sen kendini mi kandırdın, bu sorular cevap bulacak gözlerinde. Kelimeler değil de gözlerim konuşacak senle. Hayatımın son durağında neden bu kadar bekletip de, neden patikalara sapıp benden saklandığını bileceğim. Belki de saklanmadın, yalandın zaten, belki de hiç olamadın sen bahsettiğin yerde. Rüya olsaydı bunlar sabah uyanınca dinerdi sızılar ve kanlar. Uyanıp ta yüzümün kuru olduğunu anlamak istiyorum şimdi. Gözyaşı sahilinde duruyorum öylece gecenin derinliğinde… Sevecek yürek yok, tükendim, tüketildim.Kırıldım, hırpalandım, yıkıldım. Rüyalar kabus olmuş üstümde geziniyor belki, karabasanları öğrendim şu saatlerde.Her şey etrafımda kol geziyor alev alev...

Ellerimde kelepçeler vardı benim, yalanlarla gözleri boyalı olan ben değildim.Çığlıklarımı duyan olsa gelirdi kapıma hatta pencereme. Yalancı dünyanın yalancı insanı çıktı karşıma her durakta, acıttılar, acıdım. Kanadım günlerce, gecelerce. Bir sevda bitti, diğeri başladı.O da acıtıp kaçtı.Bu sefer ayaklarımda prangalar , kanayan yaralara bir tane daha eklendi bileklerimdeki izlerle... Ne zormuş yerde ki kum tanelerini saymak, ne zormuş kafanı kaldırıp , hoş geldin diyememek. Ne zormuş telaş etmeden durmak. Ne zormuş sana elveda demek, yürek sızıları içinde. Tükenmişliklerin, tüketilmişliklerin içinden sıyrılıp ta son sahnede seninle oynamak baş rolü. Seninle her şey zormuş sevgili... Sardım kanayan yerleri, harcadım elimde kalan bezlerin hepsini.Çaresizlikten mi yoksa aşktan mı bilinmez acılar. Belli ki umutsuz kalmışım ben. Adım gibi umut dağıtan olabilseydim keşke.

Güzel tanrıça Elpis, şimdi ihtiyacım var umutlarına. Verdiğin adın olmasın sadece, umutlarından bir damla istiyorum şimdi senden... Gönül kırgınlıklarıyla geçiyor yaşam, acıyıp, kanayıp sardık her yeri. Anıları naftalinleyip kaldırdık sandığa.Sararmaya bıraktık yaşamı ve yaşanmışlıkları.Şarap kırmızısı aşklar sözlerde, sözlerde beyaz sayfalarda kaldı.Sevdamın başına diktim en güzel mezar taşını, yanına yüreğimi de gömdüm.Başucumda zambaklar, odamda kokusu,huzuru bekliyorum rüyama gelir belki diye...

Şiirler yazılmıştı sevdam yaşarken bu sahilde. Acı yalanlardan yapılmış sen, umuda aç kalan ben. Öylesine susamıştım ki, yanacağımı umursamadan içtim bu pınardan. Kavruldum, bu gün sen de dahil pek çok bitişlere şahit oldum...Acıdım, acıdılar,tek canı yanan ben değilim.Yeryüzünde yaşayan tek yalancı da sen değilmişsin. Su serpermi dersin yangınıma, yoksa benzin dökmüşcesine etrafıma sıçrar? Hey hayat itfaiyesi, biraz da bizi söndür kül olmadan önce... Adı yakut. Baba adı kavaklıdere. Soyu öküzgözü. Rengi kırmızı. Tadı keyif verici. Bugün sarmaş dolaştık ama daha küçüktü ve sadece tadımlık oldu görüşmemiz. Belki sonra dedim sonra gene konuşuruz, gene gel, gene gelelim. Sen doluyorsun kadehlere, tuhaf. Şarap zerrelerindesin sen, ılık ılık geçtin boğazımdan.Şarabın rengi ben, ben şarap oldum. Bağlarda gezdim sensiz ama seninle. İlk tanemi yedim şarap içer gibi, seni koklar gibi. Sevdalar da yine sarhoşum ben, yine denizlerde sahile vurmuş deniz yıldızı... Hadi hiçbirşey yazmayalım. Yazdıkça azalacağını sanıyordum oysa çoğalıyorsun. Şimdi şöyle 75 lik bir kırmızı geldi masama.İçinde sen, dışında sen, karşımdaki resimde sen.Odada sen yoksun ama sesin var, hafiften bir şarkı mırıldanıyorsun kulaklarıma.Hayal bu ya...

İçtikçe çoğalıyorsun sanki şişeyle beraber, sindire sindire, doya doya...

Resimler daha bir yakın ve canlı.

Sanki an kadar yakınsın, elimi uzatsam dokunacak kadar.

Masamda sen, kadehte sen, resimde sen.Bektım ki dünya sen, herşey sen rengi, herşey şarap kırmızısı.Kanım zaten sen olmuş, bedenim şarap... Ve gene şarkı çalmaya başlar , iki dost , iki sevgili , iki düşkün , dert olmuş dillenirken.

Söndürmüşüz feneri salaş bir balıkçıda

Rengimizi sıyırmıs da gitmis gidenimiz

Nur Cemalimizin astarı kalmış birtek

O da kaşık kadar

Vur kadehi ustam bu gece de sarhoşuz

Kalan sağlar bizimdir, acıdan mayhoşuz

İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze

Bundandır böyle dibe vuruşumuz

Damla sakız hayallerimize yakamoz vursa

Bari öyle canlansa da hayat bulsa

Ne iyi olurdu kalbe kan yine

Hücum etse

Bundan gayrı , gözüken şişenin dibidir, biliriz. Bildiklerimiz kızdırsada, biz keyfe keder kırmızının içindeyiz. Sabah sarhoşluğu güzelmiş meğer, sensiz ilk tadışım bunu. Yalnızlığa inat sevdim onu.Gün büyüdü gözlerimde, içim içime sığmaz oldu.Sevinçten mi, eskimiş kederlerden mi bilinmez ama, sabahı sevmeyi çok özlemişim meğer... Sabahı yanlız yaşamak gerek işte bu yüzden kahırlardan, dertlerden uzak kalmak gerek. Ruhum böyle beslenecek, arınacaksa eğer, hazırım her bedeli ödemeye.Varsın eski yeni tüm dostlar uzak olsun benden... Çığlıkların naraların anlamını yitirdiği geceden sonra seni seviyorum demenin bir anlamı yok artık.İstediğim kadar haykırsam sabahın hayatıma getirdiği fazdan daha öteye duyulmaz sesim. Belki de duyulmaması en iyisi, uzak kalmak unutmak için… ne yapabilirdim diye için için düşünmeye başlamıştı.... bu seven gönlümü.... yoksa bedenden ruhumu çıkarması gerekiyordu..bir garip duygu idi içindeki his kendini bir anda gecenin karanlığında sokak lambasında uçan kelebeklere benzetti daireler çiziyordu sanki..... Kelebeklerin ömrü gibi kısaydı yaşam benim için de. Gidişlerin zoraki ve yakıcı olduğu zamandı şimdi. Alevlerden tutuşan kanatlarım bu kısa hayat içinde kaç saat taşıyacaktı beni? Işığın çevresinde dans ederken kelebekler, o hafiften gelen şarkıyı dinledim ben de. Sevdalar ne kadar yalnız bırakırmış insanı.... yalnız bırakılan sevda arasında kendini bulurmuş derdi ya hep içinden gelen hüzünlü ses ama birden irkildi unutmuş olduğu kendisini ve değerlerini bu muydu sevda,adı tek taraflı olan? Umutsuzlukların içinde sevdanın tarafı yoktu belki, belki de sevdanın adı da yoktu.

Yalan olan her şey barınırken bu hayallerde, gecenin yalan sevdasında ben de yalan mıydım? uzun bir yolculuğa gitmek istiyordu sanki patika yolları takip edip kendini bulacağı bir yere gitmek ister gibiydi..... Yine yollar, dar sokaklar… Ben bunları yakın zamanda geride bıraktım ama geçmiş yine mi karşımdasın? Tenekeler çalınıyor bir yerlerde, dünyanın tüm delileri bensiz bayram mı yapıyor yoksa?

Seni nerelerde aradım, nerede buldum. Şarap şişelerinin diplerinde, dalgaların sahilde bıraktığı kopmuş yosunlarda ve yalnız yürüdüğüm arnavut kaldırımında. Köşe başlarında bekledim seni çocukça umutlarımı büyüterek, bu olgunlaşmaya yüz tutmuş bedene sığmayan umutlar.Bazen taşımaktan yorulduğum yürek, sensizken daralan dünyaydı sanki.Yokluğunda üstüme yürüyen kara bulutlar gibi, an olup ta delip geçemediğim,kapıyı açıpta güneşi göremediğim...Çakmak gibi çakan gözlerini arar oldum hapsolduğum bu bedende ansızın seni hatırlamalar gündüzün içinde fırtına misali göğün bir anda kararması...Ruhumu azad edesim geliyor şimdilerde, ama yer bulamadım gönderecek…

Bir baharı yaşamak istiyor deli gönül....düşmüşse artık uçsuz bucaksız bir yere ne kadar çıkmak istese de üzerine üzerine kum yığmak istiyor bu beden... geçmişe dair sanki bilmiyor masaların boş vazolardaki çiçeğin solmayacağını ama her masanın tekrar dolacağını... Masalarda sevdalar yürekler sıcacık, arada ayrılıkların hayal kırıklıklarının hüzünleri. Resimlerde de çiçeklerde de sen, gönlümde, nefesimde de sen…Sakın kırma beni deli gönül....Çocuk olmak için geç kaldık... hep geç kalmadı mı hayat yosun bağlamış yüreklere… Her gidişin dönüşü olmazmış gibi gidercesine açık kalmış kapılara birde kilit vurdu döneceğini bilmezmiş gibi… Bir darbe indi kilitlere, kırıldı açıldı kapılar.Davet bekleme sakın, bıraktığın gibi senin bu gönül hala... gönle ateş düşünce zamansız sararırsa yapraklar ansızın gönü ne söz dinler ne ucu yanık ferman kırar girermiş düşünmeden bırakılanlar yerinde ise eğer..düşünmeden pervasız Hep yerinde kalır sevdalardan kalanlar, hazırda bekler gideni.Kapılar aralık kalması yeter ki, hemen gelir çöker yüreğine. Denize benzetirdim ilk zamanlarda yüreğini sislerle kaplansa dahi uzakta hep bir ışık var olurdu soğuğa aldırmadan yol alacaksın derdi içinden bir ses körde olsa o ışık.. Ne sesler, ne yüzler, ne de yıllar eskitti seni.

Hep ilk günkü gibi sade ve özel oldun,tıpkı yeni doğmuş bir melek gibi... Ruhu eskitmek, yanlış yerlerde telef edilmiş ruhlar ve yüzsüzce suçlanan hayat.Geç kalınmışlığın bedelleri.Başka kapılar da kapandı mı yüzüne? yüzsüzce suçlarlar kendini bilmeden tıpkı hastalanmış bir ruh gibi temizlemek istese de giden gitmiştir bu bedel ağır olmalı....sen sende kalanı al derdim ben bende kalanı ücra köşeler senin yerin olsun ben derinlerde gezeyim ama sen olmadan tadını çıkaramam bilirsin Derinleri yalnız tatmakta güzel,sensiz daha bir başka buralar.Özlenenler birer hayalmiş meğer geçmiş ve gelecekte.Yalanmışsın sen ve hain... zaman su gibi aksa da dur diyemedik her geçen zamana...Değer biçemedik ki, o güzelim yıllara ağır geldi her yük sen senden giderken... İstasyonda oturdum saatlerce son trende kalktı şimdi. Sana geliş yolları açık mıydı acaba , binseydim trene? Eve dönme zamanı geldi yavaştan. Yüreğim bu istasyonda sabahın ilk seferini bekleyecek, bedenimse boş masamda seni… Son istasyon yolculuğun gözde canlandı bilirim buğulu gözlerle bakıp el sallayışın ve son ayrılık bu istasyonda senden bu yerden Kimi gün büyüdü bu yürek , kimi günse örselendi bu son yolculukta.Sebepsiz nöbetlere bıraktım anıları,boğuldu hepsi birer birer.... Birer birer kaybetmedik mi sevdiklerimizi sevdamızı...çürüyen bir ağaç misali önce yaprak döküldü sevdan gibi..sonra sıra dala geldi yüreğin gibi....Ya sararan yapraklara ne demeli saçına düşen aklar gibi?Yüzündeki çizgiler hayatı ve olumsuzlukları yansıtmadı mı kırık ayna misali?Durmadan ilerlediğin yolda. Hayat demek geldi içimden ama, onu yaşayan da benim, bitiren de. Yanlış atılan her adımdan dönmeyi öğrendim bunca yapılan yolculukta. Her şey bende başladı ve bitti, başrolde ben ve son sahnedeyim şimdi.Yarınlarda başka oyunlar sahnelenecek ve ben figüran da olsam başrolü de alsam varım diyeceğim. Ve en güzel repliğimi haykıracağım sahnede...Sana sahip çıktım yürek, sevdamı yaşatasın diye...

Saran, tutan ellerden kopmak acıtır sevdaları. Kanma martıların dediklerine, bazen yalan söyler kuşlar. Sana güvercin gönderdim, uzat elini...Konsun yüreğine özlemlerden kopan buse... kaybetmelere alıştık ya hayatta gün geliyor sevemiyorsun belki kaybederim umuduyla....sarılmak istiyorsun sanki ellerin kaybolmuş biliyorsun her sarıldığında karşına gelecek diken tellerini belki de en büyük korkun bu ama yinede seveceksin istesen de istemesen de Kahırlarla yaşamaya alıştık, sabah güneşi karşıladık umutla.Geceye merhaba dedik karanlığıyla gelse bile.İşte sana bir kapı, gecenin siyahından korkma yürü ufuktaki ışığa doğru... Sildim gözlerini, kapıdan aldım seni.Korkma karanlıktan ben varım yanında, bak ufka ışık ne kadar parlak.Sevmelere gidiyoruz, sevdadan bulutlarda gezmeye, yıldızları ellemeye.... zamanlı zamansız sızlanır dururuz kah güler ağlarız hüznünde sabahladığın pencerende....dalmışsın bakışlarınla o küçük kırmızı boyalı evinde mazine hasretine.

Yedi tepe olan bu şehirden kaçıp gittiğim günlerdi her sabah aklıma gelen.Sen de benim gibi nice sevdaları ve hiçlikleri bırakıp gittin bu kaldırımlarda.Sabahçı kahvesinde oturdum, eski günlerden kalma bir güneşle karşılamaya hazırlandım seni.Çok zaman geçti üstünden içtiğimiz son kahvenin.O günkü tat damağımda hala ve ben bu gün de o tadı bulmak için geldim buraya.Yine senle, yine senin o yosun gözlerinde... Derler ya bir kahvenin 40 yıl hatırı vardır diye.... O güzelim bahçede nice kahveler içmiştik göz göze kim bilebilirdi yedi tepe ötede sensiz bir kahve içeceğimi hatırı olan yılların ardından..

Boğazdan daha çok özlemişim seni, yalnız gezerken fark ettim bunu.Belki de İstanbul'u seni özleyişime alet ettim bunca zaman ve şimdi. Sokaklarının hangi kokuya büründüğünü unutmak istemiştim o zamanlar,seni unutmak için. Oysa boşuna ve çocukçaydı.Yürekleri böyle yakan insanlar unutulmuyormuş,olgunlaşınca anladım bunu. Şimdi, seni bulmaya, seni yaşamaya, sana doyup kalmaya geldim yedi tepenin eski kokan sokaklarına.Sen kokuyor bu ev, bu eşyalar,bu deniz....Sana giden yol buralardan geçiyor sanki, içimden bir ses çok yakınsın diyor.Buldum seni canımın İstanbul köşesi…

Hangi zamanda kalmıştı ki bu denli özlem...kurumuş bedene bir su damlası misali hasretin ve varlığın ne zamanki senden küçük bir haber bir söz edilse yüreğim çırpınır içimde bir umut ışığı aydınlatır olmasan da yine yanımda,bilirsin ... Özlemlerle dolu şehrin her sokağı, her yerde anılarımız capcanlı duruyor. Yılların eskitemediği sen ve İstanbul. Ayvalık'ın boş sokaklarında dolaşırken de aynı boşluğu hissedermişim meğer.Kendimi dinledim uzun zaman ve döneceğimi biliyordum sonunda yedi tepeye.Kaçınılmaz olan sensin, sende İstanbul… Hep özlemez miyiz hatıralarımızın doludizgin yaşandığı o güzelim sokağı unutur muydu insan şimdi başka sokaklarda başka insanlarda arar olmuşuz doludizgin yılları? En sevdiğim, deniz ve sende İstanbul.

Hatıralarımı canlı tutan yıllar, sana olan susuzluğum.bu şehre döndüğüm gün sensizlikten kurtuldum aynı sokakta adımlarımı atarken.Aynı köşede bekledim seni, o günkü gibi.Yıllar köşedeki pastaneyi bile eskitememiş, sevdam kadar taze ve nezih.Seninle ve anılarınla buram buram kokuyor hala bahçesi... Bugün yine geldim istanbul ama hesap sormaya çaldığın ve savurduğun yıllarıma sevdamı sevdiğimi....neden suskunsun şimdi hani o çılgın dalgalarınla vururdun dalgalarınla sahile..neden çarşaf gibisin neden....her gemi geçişinde seyrine doyamıyorduk ben ve o....Hatırlar mısın ilk geldiğimiz o günü....Bize oyunun bu mu ey İstanbul? Hep kazanmaya alışmışsın ya çılgın dalgalarınla....Ama bak bu sefer kaybettin unutma bu günü...

İsyanlarım yedi tepene değil aslında kendime.Korkup kaçtım aşktan, savaşmaktan. Düpedüz korkağım ben, yıllar sonra geri döneceğini ve yüzleşeceğini bilen bir asalak gibiyim.Kız kulesini izlerken gözlerim sadece seni seçti onun güzelliğinde.Yıldızların pırıltısından saçların ve üzüm tadındaki sen...Sadece sen varsın her noktasında İstanbul'un.Başka panoramalar istemez gönül gözüm, sadece sen ve yosun gözlerin...Bırakıyorum her şeyiyle seni sana İstanbul benden daha fazla alamayacaksın belki son gidişim ilk günkü hayran bakışım kalmadı artık sana her şeyin senin olsun İstanbul kazanan se nmi ben mi bunu zaman gösterecek.

Senden kaçtığım gün burada bıraktım her şeyimi.Başka bir yerde başka bir hayat için,yeni bir ben için.Ama nafileydi her şey, benliğini sende bırakmış bir adamdım ben nerede olırsam olayım.Hep aklımda mavin ve yosun gözlerin vardı.Başka denizler de seni hatırlattı, başka tepeler de.Başka gözlerde aradım avuntuların silsilesini.Hiç biri senin gibi bakmadı, sevmedi beni.Şarap şişeleri bile sendekiyle aynıydı, bunca senedir.Her şeyde sen, sende İstanbul...Kaçtığın günde başladı her şey, yıkıldığım an hangi sahil anlatabilirdi ki senden gidene, sana geri gelene?...Kaç gece masada kalakalmışım sensizlik sarhoşu olmuş halde....Deniz dedin ya işte bak demir atmış bir gemi gibi kala kalmışım ne bir adım ilerde ne bir adım geriye gidebildim.. Geç kalmışlığın yüzsüzlüğüyle geldim sana geri, günahlarımdan arınmak istiyorum belki de. Belki de değil asıl sebebim bu.Geçmişin kararmış sayfalarında bırakıp kaçtığım seni geri istemeye geldim arsızca.Ne dersin bilmiyorum, soruyorum işte. Seviyorum seni hala, canımın İstanbul köşesi...

Kaçtık hep yalnızlıktan yelken aldık ufka, kaç yıl geçti ki aradan ne bir günah ne bir arsızlık beklemekle geçti yıllar...Her duvara çakılıp sökülen çivi misali bir iz kalmışsa eğer sevdandan dön dön....Çaktığın her çivinin bir izi kalmadı mı cevaplarınla sevabınla.... Her iz yeni bir acıyı getirdi yüreğime, delik deşik olan sevdalarımla geldim geri sana.Ama ruhsuz bir sevda ne kadar değerli bu alem üzerinde.Pazarlıklı aşklarla geçen ömrü, törpülerin altından aldım her gün ellerimle.Kurtarabildiğim ruhsuz bedenim, acıları bile tanımaz oldum oysa.Sensiz acıların da tadı yok, denizin de...

Bir fırtına misali serpildik enginlerden yükseğe yüksekten enginlere alabildiğince haykırmalar sevdanın arkasından ağıt yakmalar sende seni yaşarken sensizlik içinde...bir umuttu belki de geri dönmeni beklemek acıların ve sevdanla geldin ya buda yetiyor insana var olan varlığında yol almak misali..... İstanbul zaten sendin her zaman,sevdanın rengi şarap.Maviler, yosunlar ve kırmızılar her yerim , gözlerim.Yalan hayatlardan sıyrıldım, sende kalanı alıyorum benliğimi, benliğimle sevdamı.İşte köşe başındasın, biliyordum dönüşümü gördüğünü.Bu şehirde sevdaların yolu ikimiz içinde aynı yere çıkıyor, bize ....Sen de aynı ateşlerdeydin, senin benliğin de bende.Koş hadi, sarıl boynuma,yıllar önce arnavut kaldırımında olduğu gibi...

Ne çok özlemişim o günleri bak döndüm geri sana bana benliğime özlem ve hayallerimle yarınımda sen yarınında ben....Kör kuyu misali belki de geçici bir görmezlik Körlük zamanları, geçti artık sevdam.Yine bendesin, tenimde, yüreğimdesin.Mavim sen, yosun gözlerinde ben.Şarabımın kırmızısı da sen sevdamın kokusu da...Sevdanın güzel yanı, seni yaşamak gülüm.Senle nefes almak şu yeditepede.Haksızlıklara, yüzsüzlüklere yapıştırıldı adım.Kaçtım senden, bu şehirden belki, belki de korktum.Ama sevdim seni benliğim ben de olmasa da ...

Kaçış değil, kovalanmaktı aslında sevdam... Seni ille de burada yaşamak mı gerek acaba? Yedi tepenin büyüsü olmadan sen olamaz mısın? Ama İstanbul bir başka yaşatır sevdaları, bir başka götürür insanları. Burada başlayan hikayeme burada son vermeliyim, senin için yosun gözlüm...

Mavisihir