BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS

Hürriyet

29 Mayıs 2010 Cumartesi

İHANETİN KOKUSU YOK DEMEYİN, VAR. HEM DE EN ÂLÂSINDAN…

Sensiz de yaşayabiliyorum artık ben. Sensiz nefes alamayacağımı sandığım zamanlara inat, asıl şimdi doyuyor ciğerlerim havaya.

“Ne iyi ettin de gittin” diyorum şimdi...

Her şey, sen gittiğinde canlandı. Her şeyin cevabını gidişin verdi bana.

Şimdi ben soruyorum.

Bu kaçıncı rolündü?
Güneşte kavrulmuş zift gibi yapış yapış oldu kelimeler. Ayrıştırmakta zorlanıyor gözlerin.

Şimdi oku beni asıl. Şimdi bak anılarım dediğin dolambaçlara. Bak ki; senden kalanların sadece yok olanlar olduğunu gör...
Beğenmedin değil mi? Senin baktığın yerden bakıyorum sana şimdi. Gözlerim kapanıyor görmek istemediği için ve… Söyleyemiyorum bile, senden nasıl iğrendiğimi.

Seni anlatayım şimdi.
Bir başka pencereden bakıyorum sana, yaptıklarına. Menfaat uğruna açtığın her noktayı ezberlediğim sen, şimdi ufka geniş geniş bakmamı sağlayan nefretimsin. Seni düşünmüyor değilim aslında. Bana yaşattıklarını unutmuyorum, acılarımdan öğrenmeye devam edebilmek için ve bu kadarsın işte deyip geçiyorum.

Hayata rehber olanlar hep iyiler değildir kimi zaman. Bazen kötüleri de kahkahalarla anar insan. Geride bıraktıkları karanlık, bazen en umulmadık aydınlıklar oluverir. Yaşatır ve yaşattırır. Sen gibi ya da O gibi.

Adı yoktur onların, izleri karanlıkta kaybolan birer hayaldirler. Yaşamamıştırlar aslında. Nefislerinden arda kalanlarla kıt kanaat yaşadıklarını zannetmişlerdir bu hain rollerin kahramanları. Her ihanet perdesinin altından, pısırıkça gülümsemişlerdir. Aslında, komik olanın kendileri olduğunu anlamadan…

“Kim izlemeli, kim gülmeli bilinmez. Hayat bir muammadır” demek çoğu zaman kestirme olur her birimiz için. Bırakın kestirmeleri artık. Acıların ve acıtanların üzerine gitmek farz olmuşken bize, neden bu atıl duruşlar? Kullanmalı nefreti ve öfkeyi. Yazmalı başı ve sonu kızıl alevlerle parlayan cümleleri ve yazmalı her şeyi. Kusmalı kâğıtlara ve sonrasında açmalı pencereleri. Dumanların tüm şehri kaplayışını izlemeli bıyık altından gülerek.

Hayatta bir kez, kurnazlık yapmalı herkes. Bir kez tekmelemeli kapıları ve bir kez tükürmeli bir yüze. Bir kez olsun, o güne dek canını en çok acıtanı acıtmalı. Sonra susup bırakmalı daha iyi bilene…

Öfkenin en değerli yeri, sustuktan sonraki kısmıdır aslında. İhanetin acısını yüreğinin orta yerinde yaşayan bilir bunu. İhanet, yaktığı kadar yanar. Ağlattığı kadar ağlar. Gördüm, bildim, kokusunu aldım ihanetin.” Güneşte kalmış leş gibiydi ardında kalan koku. O gün iğrendim senden. Ölmüştün bana gelmeden önce ve üzerindeki sinekleri salıyordun üzerime. O zaman gittim senden, haklıydım. Ben sana sadık kaldığım için biliyordum ihanetini.”

Ardından söylediklerim, senin duymadıkların bunlardı. Şimdi bağırarak söylüyorum bunları şehir meydanında.

“İhanetin kokusu yok demeyin, var. Hem de en âlâsından! ”

Acıtmasın bunlar, ya da acıtsın bana ne? Sen düşündün mü akıbetini? Düşünseydin, o gün o kokuyla ve ölü ruhunla gelmezdin arsızca. Git şimdi, çürümeye başladığın yere. Bekleyenin var, seninle aynı yüze sahip hem de. Sineklerin krallığıdır açık kalmış mezarlar, onlara hizmet de senin gibilerin işi.

Tıpkı, tencere-kapak ilişkisi gibi…



Mavisihir

DEDİ AŞK...






" Aşklar eskir mi?" diye sormayın hiç başkalarına. Durun, bakın aynaya ve kendinize sorun bunu. Aşklar eskir mi hiç? Bu güne kadar kaç aşkı çöpe attım, kaçını yarı yolda bıraktım? İnsan yüreğinin tüm odalarındaki her köşede, hatta her kıvrımda başka bir aşk çöreklenir. Cesaretsizliğimizden olmalı ki, hep " Aşk bana bir kere uğradı" deriz.

Yalan, külliyen yalan hepsi...

Sanallığımızla, gerçekliğimizle, hayattan yakaladığımız her an için bir aşk isteriz. İsteriz, veririz, sonu gelmeyecek bir alış veriş dünyası aşk. Aldıklarımızla verdiklerimizin çetelesini tutarız bir de üşenmeden. Kim, kimden daha çok âşık? Kim daha büyük yaşadı? Kim yaşayamadan öldü, gitti?

Bir de söylenmeden satırlara, satır aralarına hapsettiklerimiz var. Saklı sevdaların âlemine daldığımız anların hediyeleridir bizlere. Saklı, gizli yaşadıklarımızdır. İçimizde an be an büyütüp de, haykıramadıklarımızdır. Korktuklarımızdır bazen. Ecel gibi ensemizde dolanan bir eldir. Bazen de, alnımıza dayanan bir namlu gibi öldürür.

Aşlar ölür, aşklar eskir. Bazen eskisini yeniyle takas edersiniz, bazen de evin bir köşesini taçlandırırsınız aşktan kalan anılarla. Resimlerle duvarları süslersiniz. Ama...

Ama biri vardır ki...

Ateşi hep körüklüdür, hep dumanı tüter gözlerinizden. Hep tadı vardır dudaklarınızda, ellerinizde sıcaklığı ve kokusu. Vazgeçemediğiniz bir tılsımı vardır. Sizi sizden alır götürür öte dünyaya. Aşkın dünyası, aşkın masalı, aşkın şarkıları... Sonu gelmeyen bir macera seline kapıldığınız dünyanızdır aşk.

Bir tanesi eskimedi diye, tümünün taze kalacağını düşünmediniz değil mi? Herkesin bu soruya cevabı var. Şimdi, gurur yapıp olmaz öyle şey diyeceksiniz hepiniz biliyorum. Olur, oldu da. Eskittiniz aşklarınızı, kapıda bağıran eskiciye verdiniz. Yerine dar zamanlarınızı dolduracak, kısa, küçük aşkları aldınız yeni diye. Azıcık albenisi olan renkleriyle oyaladınız kendinizi. An geldi, onlar da eskidi bir önceki gibi." Pazarda satılır mı?" diye düşündüğünüz de oldu. Hatta "Sipariş versem de, istediğim gibi yapıp eve teslim etseler " dediğiniz/miz. Şimdi, başlarımızı sallayıp onaylamak zamanı değil mi?

Yeşili, maviyi, kırmızıyı, aklınıza gelecek tüm renkleri kullandınız aşkın üzerinde. Allayıp, pulladınız. Sergilere çıkardınız, kimini hediye ettiniz bir çerçevenin içinde. Kimini besteleyip, dilden dile sürdünüz son hızla. Kimi hep bulutlarda kaldı bembeyaz. Kimi de toprakla bir oldu, ayaklarınızın altında. Kimini baş tacı ettiniz bir ömür, kimini aldattınız. Kimi sizinle oynadı sessizce, siz acıtıldınız, siz kanadınız, siz ağladınız. Kimine öfke ile saldırdınız, bir öncekinin hırsı vardı bazen içinizde. Siyahın izini beyaza bulamaya kalktınız.

Kiminden korktunuz, kiminden kaçtınız dörtnala. Kimine de masallarda yaşanmış gibi, sadakatle ve şefkatle bağlandınız. Aşkın bir ayağıdır şefkat bilirsiniz. Vefayla geri döndünüz kimine, kimine de tam tersi intikam ateşiyle sarıldınız. İçinizin yangınıyla yaktınız diri diri. İşte eskidi aşklar yine. Eskittiniz, eskittik...

Her aşk ömrünün bittiği yere kadar yaşıyor. Bizden önce ya da sonra yok olması önemli değil. Sonsuz değil, olmadı hiçbir an. Sessizce onaylıyorsunuz şimdi biliyorum. Göndere allı morlu bayraklarınızı çektiniz belki. Hüzün çöktü içinize, hatta saymaya başladınız eskilerinizi. Üzerinden geçen zamanı ölçüp biçmeye başladınız. Biçtikçe kısalacak sandığımız zamanının bizi yönettiğini düşününce, ne gülünç bir haldeyiz bir düşünsenize. Gökyüzündeki serçeler gülüyor halimize.

Gel geç dünyanın, israfçı âşıkları. Hatta biraz daha acımasız olup, belki de şöyle diyorlar bize; maymun iştahlı aşk müptelaları. Gelin de aklayın şimdi insanlığı. Hani nerde o aşklar eskimez diyenler? Çöplerden topluyorum attıklarınızı ve yazıyorum. Yazdıkça aşklarınız kanıyor, siz ise yavaşça giyotin sehpasına yaklaşıyorsunuz. Her biten aşkın ahtı varmış katiline. Bir gün, bir gün elbet ben gibi seni de eskitecek birisi. İşte o gün ben yeniden doğacağım senin arkandan gelecek güneşle...

"Taze bir yürek bulup konuşlanma zamanıdır. Ölümümün intikamını almanın sırasıdır. Gecenin kanatlarını beyazımla saklayıp, bir aşığın kanıyla doymaya gidiyorum. Sevilmeye acıktım, benden çalınan hayata hırslandım. Bıçaklarımı biledim, geliyorum sana sevgili. Aç narin yüreğini..."

Dedi aşk...



Funda Kocaevli

20 Mayıs 2010 Perşembe

HER NE İSE DİLİNİN UCUNDAKİ, KULAKLARIMA DÜŞÜR ONU





Canhıraş kavgaların içine mi doğmuştuk gerçekten? Yaşamaya başladıktan sonraki cezamız mıydı bu kavgalar? Bilmiyorum. Tüm cevaplarım dipsiz kuyuların içinde kalmış gibiydi sanki o gece. Suçluluklarımın ve zaferlerimin kavgası beni de ezip geçmişti. Acıyordum. Kanıyordum için için. Gözyaşlarımın selinde boğuldu tüm çiçeklerim.


Nefes alamamak, yaşama veda etmek… Neden? Neden böyleydi seni yaşamak ya da sensiz ölmek? Haydi susma! Bir kelimelik cevaplarından birini söyle bana şimdi. Her ne ise dilinin ucundaki, kulaklarıma düşür onu. İstersen gözlerime bırak. Aşk de, veda de, hatta cesaretsizliğinle boyadığın usul elvedalarından birini söyle bana.


Boğazımdaki düğüm dimağıma kondu sanki o gece. Sokağı izlemeye başladığımda gün batıyordu egenin ufkunda. Rüyam bittiğinde ise, gecenin zifiri karanlığı bulaşmıştı gözlerimle cama tutunmuş ellerime. Nedense ben hep siyahlara boyanır oldum artık. Beyaz rüyaların içinde bile siyahlığımla geziyor, yollara akıtıyor ve güneşi karartıyordum. Belki de, hepsini sen yapıyordun. Belki de senin bana bıraktığın bir mirası yaşıyordum o geceden beri.


O güne dek, gözümden düşen her damlada sen geri gelmiştin. Biliyordum, görsen yine geri döneceğini. Yok… Olmazdı, olmamalıydı bu kez. Son defa ve adam gibi gitmeliydin. Dünyam bana kalmalıydı. Pencerenin önünde gecen katran karası gecelerde beklemeyi istemiyordum. Kader… Kendimi bırakmamı söylediğim kaderimde sen yoktun. Görmüyordum seni gönül fallarımda. Görmüyordum seni rüyalarımda.


Bitmiştin… Bitmiştik…


Hüzne akan gözyaşlarım kurumuş, susadıkça anlıyorum şimdi. İçime akıyor artık, mutlu oldukça. Mutluluk… Uzak ülkelerden doğmuş bir rüzgâr gibi sıyırıp geçiyor saçlarımı. Olsun… Bunca zamandır çok özledim o esintileri. Yüreğimi serinletsin diye bağrımı açıyorum şimdi. Savuracağı gün gelecek biliyorum.


Zaman zaman oturup o acıtan, yıkan kavgaları düşünüyorum. İnsan olmayı hazmedemediğimiz anları ve ihanetleri okuyorum anılardan. Zaman geçtikçe acıtmıyor/muş ya da yaralar sarılıyormuş. Hain bakışların izleri silinmiyor sadece. Gözlere mıhlanıp kalan anlardan hesap soruyor insan o an geldiğinde. O gözleri çıkarıp, yerine emanet bir hayatı koyası geliyor bu anı mahkûmlarının.


Umduklarının ve bulduklarının savaşını ya da oyunlarını izlemeye başlıyorsun. Hayatın sunduğu savaş ve oyunların aynı ceplerden çıktıklarını görüyorsun. Neyi ne için yaşadığını sorgulaman gerekirken, ansızın içinde beliren bir boş vermişlikle sırtını dönüp gidiyorsun. Ne geçmiş ne de gelecek diziliyor kaldırım taşlarında. Salt kendin, salt yüreğin, salt acıların, sadece SEN yürüyorsun bir başına.


Böyle bir ana düşeli ne kadar oldu bilmiyorum ama işte ben tam oradayım şimdi. En büyük boş vermişliğimi yaşamaya başladım. Başka bir şeylerin hükmü sürüyor içimde ve dışımda. Değişmeyen tek şey gecelerin katran karası rengi ve boz bulanık anılar. Artık üzerime bulaşmıyor senden kalan renkler. Pencereden sokağı ve güneşin egeye gömülmesini izlemeyeli çok oldu.


Sonların, vedaların başladığı zamanları yaşadık. Şimdi sırada boş verdiğimiz her şeyin nefes alışını izlemek var. Diğer penceredeki gün doğumuyla uyanmak için değişti hayatlarımız. Yüzlerimizi çevirelim ki, güneş yıkasın gözlerimize konuşlanmış izleri. Bakışlarımız yenilenmeli bu sessiz vedaların ardından gelen gün doğumlarında…


Mavi sihir

17 Mayıs 2010 Pazartesi

KÜSKÜNLERİN BOŞ BIRAKTIĞI MEYDANALARA ÇÖREKLENMİŞ BİRER KUMARBAZ, BU GECE GÖRÜNTÜLÜ KARABASANLAR




Diyemem ki...

Seni yok etmeye geldiğimi, seni kanatmaya ant içtiğimi, senin kanını sunaklarda biriktirmeye ve ayinlerime kurban etmeye geldiğimi diyemem ki...

Diyemedim...

Gittim, tüm pervasızlığımla...

Gittim tüm ayıplarımla...

Ve hatta ihanetlerimi de aldım sırtıma gittim.

Gittiğimde, sen geri de gözünden aktığını sandığım bir damla yaşla kucaklaştın sandım.

Kim bilir? Belki de sen benim için hiç ağlamadın.

Diyemem ki...

Ben bunların hiç birini yapmadım. Yapsaydım, sevemezdim seni anlattığın gibi. Sevemezdim seni, gözlerimde suretinle yaşayarak. Sevemezdim seni, ölüme ramak kala sana tutunarak.

Umutlar doğmaz, umutlar ölmez. Umut, var mı gerçekten? Yok… Umut denilen karanlık bir boşlukmuş, kandırmışlar tüm insanlığı ezelden beri. İçimizde yakılan mumları umut sanarak yaşadığımız onca yılın öcünü almalı şimdi umutsuzlukla.

Kim bilir? Belki de dönerim bir gün. Boş bıraktığım yerde konaklayan yangınların ortasına dalarım belki. Ben de yanarım, sen de yanarsın biraz. Belki, hala açsındır yanmaya. Belki hala susamışlığın vardır alevlerime… Olmayan umut mu bu cümleler?

Yalan… Umut yok, hiç olmadı. Kandırdılar bizi elma şekerleriyle. Kandırdılar bizi güneşle. Ay kaçmış, terk etmiş benim seni terk ettiğim gibi. Gecenin kalbini acıtmış, küstürmüş gündüze. Gece, bir daha doğmamaya yemin etmiş. Şimdi senin gökyüzüne bakıp da yıldızlarla resmimi çizdiğin geceler var ya, yalancı hepsi. Küskünlerin boş bıraktığı meydanlara çöreklenmiş birer kumarbaz, bu gece görüntülü karabasanlar. Bil ki, o yıldızlar da yalan.

Belki ben kadar, belki sen kadar yalan. Yarın toprak karşıladığında bizi, koca bir yalan olacak hayat. Belki ölüm bile yalan. Hani defalarca gittin ya ölüme, hani hep korkup vazgeçtin ve sadece izledin ya ölümü. İşte, sen de yalan oldun o zaman. Hiç yaşanmadın, yaşamadın bu ülkede. Hiç barınmadın yüreğimde. Ben ise, sende miydim eskiden? Bilmiyorum…

Ne kadar sende olduğumu ve ne kadar sen olduğumu bilmiyorum. Aşkla yandığım günlerimin, birleştiğinde ise yıllarımın ne kadarı yalan bilmiyorum. Aslında, ben yalanın ne olduğunu da bilmiyorum/dum. Ta ki, seni…

Bırak söylenmesin cümlenin devamı. Kalsın sıkıştığını yürek kıvrımlarında. Kalsın kaybolduğu dimağımda. Kalsın bende, kalsın ihanetlerimde. Senden gittiğimi sanıp da, seni gittiğim yerde aramalar ihanetse eğer…

Ben değilim O. Ben Sen’im aslında. Ellerin, gözlerin, göğüs kafesinde hapsolan kırlangıç, çırpınıyorum duy artık beni.

Umutlarımı doğmamış saydım. Doğmayan ölemez değil mi? Peki, mezar taşlarına konan kırlangıçlar kimler? Ben miyim? Sana hapsolmuşum, kanatlarım da fer yok. Gözlerim katran karası, ağlamaktan kan doldu içerim. Kan durdukça siyaha büründü. Sahte karanlık yaşatma bana. Yalancı geceyi salma üzerime intikam almak için.

Ben gittim diye hepsi, biliyorum. Bil ki, ben gitmek zorundaydım şimdiki gibi. Hani o küskün gece var ya, senin yakalayamadığın. Yerine geçen yalancıyla, resim yaptığın, O bekliyor beni ileride. Bir borcum var, ödemeliyim. Sana o zaman demediğimi demeliyim şimdi usulca. Elveda!

Mavisihir


15 Mayıs 2010 Cumartesi

AŞK BİTMİŞ DİYORLAR...


Aşk bitmiş diyorlar...


Bitsin, ne çıkar?

Hala anılarınla kol kola dolaşıyorsun şehrin sokaklarında.

Hala için yanıyor,

Hala dumanı üzerinde sevdanın,

Hala gözlerin ıslak senin de.

Hala seviyorsun sen de herkes gibi.

Aşk bitmiş diyorlar...

Desinler, ne çıkar?

Sen de biliyorsun bitmediğini, ben de.

Satır aralarına gizlenen neymiş bir bak bakalım.

Sessiz ol!

Kimse bilmemeli sevincini…

Âşık olan yüreğe nazar değer.

Kimse bilmesin demem bundandı.

Sus! Haykırma sakın hesapsızca.

Sessiz ol gezinirken, aşkla kol kola sokaklarda.

Duymasın, bilmesinler,

Seni,

O’nu,

Bizi.

Mavisihir